Kentlerimizde ve ülkenin genelinde, ekonomik ve siyasi çöküntüye paralel bir biçimde sosyal ve ahlaki çöküntüler yaşanıyor.
Mesela, Türkiye’deki 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 1.516 TL, yoksulluk sınırı ise 4 bin 303 TL olarak belirlenirken, emekçiler için kaçınılmaz olan ekonomik çöküntü, doğal olarak kendini sosyal alanda da hissettirecek, ahlakta da…
Yandaş konfederasyon Memur-Sen’in düzenli olarak yaptığı açlık-yoksulluk araştırması, Ekim ayında gıda madde fiyatlarında ortalama yüzde 1.61’lik bir artış yaşandığını gösterirken, ekonomik çöküntünün aile bütçesinden başladığına da vurgu yapıyor.
Bu durumu, kent ve semt pazarlarında çok yakından görme şansına sahibiz. Dengeli beslenebilmek için 2 kişilik bir aile pazar alışverişinde 80-100 TL arası harcama yapmak zorunda kalıyor.
Bu, ayda 400 TL demektir ve sadece pazar masrafıdır…
Yaşamsal diğer masraflar, konut gideri ve diğerleri düşünüldüğünde, asgari ücret ya da ortalama ücretle yaşanamayacağı çok açık ortada.
İşte, buna dikkat çeken Kandıra’daki Yüksel Endüstri fabrikasının işçileri, anayasal ve yasal hakları olan sendikal örgütlenmeyi gerçekleştirip, daha fazla ücret almak ve insanca bir yaşam oluşturmak için uğraşıyor.
Bu sırada ise DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası’na üye oldukları, yaşanabilir bir ücret talebinde bulundukları ve işten çıkartılan arkadaşlarına sahip çıktıkları için kapının önüne koyulan 65 işçiye, şimdi direnmek düşüyor.
Çünkü, işverenleri ahlaki ve yasal çöküş içindedir…
Duruma karşı direnme tavrı geliştiren sendika ve üyeleri, bu kez düzenin ahlaki çöküşü sonucu yaşanabilecek olaylardan birine tanık oluyor ve gözaltına alınıyor. Bir süre güvenlik güçlerinin elinde kaldıktan sonra bırakılan işçiler, yeniden hayata dönüş için yeni bir yol oluşturma içerisinde.
Sorun, kendisine boyun eğilmeyen işverenin ahlaki çöküntüsünün dışavurumunda. Bunun farkına varan işçiler de, sonuna kadar direnme kararıyla hareket ediyor.
En azından, çöküntü eksenine dâhil olmamak için…
Bu alana yakın başka bir çöküntü ülkeyi tehdit eder durumda.
Uluslararası Para Fonu, Türkiye’de yıllık büyümenin yüzde 3’ün altında ve enflasyonun da 2016 ve 2017 için yüzde 8 civarında seyredeceği öngörüsünü kamuoyu ile paylaşıyor.
Bunun anlamı, ‘’Büyümede yavaşlamaya bağlı olarak yüksek düzeydeki işsizliğin daha da artması’’dır.
Öyle anlaşılıyor ki, iş yaşamındaki bu yeni çöküntü beklentisi, ekonomik ve ahlaki çöküntülerin derinleşmesine de neden olacak.
Ekonomik ve sosyal çöküntüye kentimizdeki grafik açısından bakmaya çalışırsak, TÜİK’in elde ettiği veriler rehberimiz olacağa benziyor.
Hane Halkı Bütçe Araştırması’nın Kocaeli ayağındaki veriler, kişinin aylık gelirinin yüzde 23.2’sini konut ve kiraya, yüzde 19.3’ünü ulaşıma, yüzde 18.9’unu gıdaya, yüzde 1.9’unu sağlığa, yüzde 5.8’ini giyim ve ayakkabıya, yüzde 4.2’sini gelişen teknolojik iletişime, yüzde 4’ünü de sigara ve alkol tüketimine, yüze 1.2’sini eğitime, yüzde 3’ünü eğlence ve kültür etkinliklerine, yüzde 5.5’ini çeşitli mal ve hizmetlere ayırdığını, yüzde 5.2’sini de lokanta ve oteller için kullandığını gösteriyor.
Ekim ayı enflasyon rakamlarına bakıldığında da, Kocaeli’ndeki aylık artışın Türkiye ortalamasının üzerinde olduğu ortaya çıkıyor.
İşte bu veriler, kent halkı, gerçek anlamda ekonomik bir çöküş yaşadığını ortaya koyuyor. Tabi ki, sosyal ve ahlaki çöküş de, ekonomik çöküşe bağlı olarak hızla gelişiyor.
Bir de AKP’nin kuşatması altındaki kent ölçekli siyasal çöküşü buna eklerseniz, yaşanan travmanın hangi boyutta olduğunu daha net görürsünüz.
Tüm bunlar bir yana, yerel yönetimlerdeki hizmet çöküşü de, ekonomik çöküş genellemesine paralel biçimde hızlanıyor.
Mega projelerin hiç birisi planlanan sürede tamamlanamıyor. Dolayısıyla, maliyetler, hesaplananın en az iki katına çıkıyor. Bu da, yerele ayrılan bütçenin çöküşü anlamına geliyor ki, bu durum yerel yönetimlerin hizmette çöküşünü oluşturuyor.
Belediyelerden yeterli hizmeti alamayan kent halkının da yaşam kalitesi adeta çöküyor.
Anlaşılacağı üzere, ülkede yaşanan her türlü çöküntü, birbiriyle ilintili olarak yerele yansıyor. Bireysel yansımalarla değerlendirildiğinde, kentlerdeki çöküş sürecinin hızlandığı, şiddetinin ise arttığı söylenebilir.
Son olarak altyapı çöküntüsünden söz etmeliyim.
Kente ‘’raylı sistem projesi’’ diye dayatılan organize altyapı çalışmaları, ciddi anlamda ekonomik ve sosyolojik çöküntüler yarattı, yaratmaya da devam ediyor.
Bu altyapı çalışmaları ‘raylı sistem projesi’ çalışması biçimiyle başlatıldıktan sonra, yağmur suyu ve pis su tahliye sisteminin değiştirilmesi, doğalgaz hattı döşenmesi, Telekom’un fiber kabloya geçiş çalışması ve daha bir dizi çalışmayı kapsayan altyapı yenilemesine dönüşünce, sosyal yaşamda aniden çöküntü yaşanmaya başlandı.
İnsanlar evlerinden çıkamaz, çıksa bile işine gidemez, esnaf iş yapamaz ve para kazanamaz, caddeler ve sokaklar ise çamurdan geçilmez hale geldi.
Kentin kültürel ve eğlence yaşantısı ise adeta felce uğradı.
Özcesi, çöküntü her alana yansıdı ve çok rahatsız edici boyutlara ulaştı. Bundan, özel korumalı alanlarda yaşayan kent yöneticileri ve sermaye grubu etkilenmediği için de, halkın çektiği eziyet konusundaki şikâyetlerine rahatlıkla kulak tıkayabiliyorlar.
Sözde bu kentsel yaşamı kolaylaştırıcı çalışmaların propagandasını yaparken de, ‘’Her nimetin bir külfeti elbet olacak’’ diyerek, dinsel ve geleneksel ritüeller üzerinden yol almaktan vazgeçmiyorlar.
Çöküntü denilince, en azından şimdilik bunlar aklıma geliyor. Elbette, köklü bir değişim yaşanmazsa, bu çöküntülerin önüne geçmek bir yana daha fazlasını yaşamak kaçınılmaz hale gelecektir.
En önemlisi de, ülkede ve kentlerde yaratılmış bütün değerlerin çökertilmesiyle oluşacak enkazın, yani toplumsal bir çöküntünün altında kalma riskimizin artıyor olmasıdır.