Türkiye’de sosyalist düşünce ve pratik kendi yolunu hep çeşitli yönlerden gelen basınç altında açmaya çalışmıştır. Bize özgü bir durum değildir. Her yerde böyle olmuştur.
Ama bizdekinin kendine özgü yanları da vardır.
Bir iki inceltmeyle devam edelim. Birincisi, burada sözünü ettiğimiz, devletten gelen baskılar değildir. Sosyalistlere yönelik, “halk” dediğimiz kesimden gelen tepkiler de değildir. Baskıdan değil, basınçtan söz ediyoruz: Doğrudan engellemeye, dağıtmaya yönelik fiiller dışında, sosyalistleri “acaba” diye düşündüren durumlar…
İkincisi, “basınç” derken, bunun geldiği yerleri sola büsbütün yabancı sayılmayan, sosyalist düşünce ve pratiğin en azından kendi dış halkası olarak gördüğü kesimler olarak tanımlıyoruz.
Geçmişi karıştırmadan söylersek, Türkiye’de sosyalist hareketin bu basıncı en ağır, çok yönlü ve yoğun biçimde son çeyrek yüzyılda yaşadığını görüyoruz.
Sıralayalım: “Sosyalist düşünce ve pratik Kemalizm’den kopamamıştır” basıncı…“Sosyalist düşünce ve pratik çoğulculuğu bir türlü benimseyememiştir” basıncı…“Sosyalist düşünce ve pratik Kürt siyasetinin basıncı altındadır” basıncı…“Sosyalist düşünce ve pratik CHP kuyrukçuluğundan kurtulamamıştır” basıncı…
***
Bu basınç iddialarına karşı son çeyrek yüzyıl içinde yazılıp söylenenler özel bir külliyat oluşturacak hacme ulaşmıştır. Ama hep söyleriz: Ülkede toplumsal ve siyasal süreçlerin şekillenişi ve girdiği yörünge bu külliyattan daha etkili olmuştur. Nitekim yukarıda örneklenen basınç türleri bugün eskisi kadar kafa karıştırıp tereddütlere yol açmamaktadır.
Örneğin “Kemalizm’den kopamadınız” basıncının bizce ciddiye alınır bir yanı kalmamıştır. Daha da ötesi: Türkiye’de sosyalist düşünce ve pratik Kemalizm’le olan hesaplaşmasını büyük ölçüde 60’lı yılların sonuna doğru tamamlamıştır ve sonra bu süreç olması gereken ölçüde “kopma” ile tamamlanmıştır. Yok, eğer bu “kopamama” eleştirisi Cumhuriyet’in, aydınlanmanın, laikliğin, Cumhuriyet rejiminin tarihsel kazanımlarının reddini de öngörüyorsa, boş verin gitsin.
Ciddiye alınacak, üzerinde düşünülüp tartışılacak hiçbir yanı yoktur.
“Çoğulculuğu bir türlü benimseyemediniz” basıncı mı?
Post-modernist akıl tutulmasının zirve yaptığı döneme özgü bir zirve zırvasıdır. Gerçek-maddi yaşamdaki çoğulluğu, toplumu değiştirip dönüştürme uğraşı verenlerin ideolojik-siyasal düzleminde “çoğulculuk” şeklinde yeniden üretmeyi öngördüğü için özünde tasfiyecidir.
“Kürt siyasetinin basıncı” mı?
Sosyalist çevrelerde, dünyaya ve Türkiye’ye ilişkin temel saptamalarını,kapitalizmin günümüzdeki yönelimlerini hedef alan eleştiri ve reddiyelerini o siyasetin “basıncı” altında rötuşlama gereği duyan ciddi bir kesim olmamıştır. Kürt siyaseti ve arkasındaki kitleler bu ülkenin bir gerçeğiyse, bu gerçeği sosyalist perspektiften dikkate alanlar ise elbette vardır. Eğer bu da basınçsa, böyle görenlerin siyasal yaşamlarını basınçlı kaplar içinde sürdürdüklerine hükmetmek gerekecektir.
“CHP kuyrukçuluğu” mu?
“Basınç” türleri arasında en eskisidir. Belki ilk üçü gün gelir biter de bu dördüncüsünün CHP diye bir parti olduğu sürece bitmesi mümkün görünmemektedir. Sonuçta, siyasal ve ideolojik plandaki tüm köklü farklılık ve ayrılıklarınıza rağmen salt mitingine-yürüyüşüne katılınca, milletvekiline yazı yazdırınca, birlikte meclis-cephe kurunca, herhangi bir yerel yönetimiyle ilişkiye geçince vb. zaten “olacak” olan bir şeye karşı “aman olmasın” diye uğraşmanın hiçbir anlamı yoktur.
***
Bizce Türkiye’nin bugün geldiği noktada, önümüzde duran “maddi gerçeklik” karşısında bu basınç türleri giderek zayıflamaktadır.
Gelgelelim, canlandırıcıları, hayat öpücüğü vermeye çalışanları da vardır ve görmezden gelemeyiz. Böyle olunca da “basınççıların” ne kadar (aslında) iyi niyetli, “içerden” sayılmaları gerektiği de tartışmalı hale gelmektedir.
Örneğin, şu Nuray Mert olayı dolayısıyla “çoğulculuk”, “hoşgörü” vb. adına feryat figan moduna geçenlere artık “bozucu unsurlar” olarak bakmak gerekir. Örneğin, CHP’nin adalet mitingine katılanlara doğrudan “kuyrukçu” etiketi yapıştıranların “sekter” gibi sıfatlarla tanımlanması da yersizdir. Ya hiç umursamamak ya da başka sıfatlara müracaat etmekdaha doğru olacaktır.
Örneğin bu saatten sonra “Sizin sorununuz Kemalizm’den kopamamak” diyenlerle tartışmanın da âlemi yoktur; “bunca yıldır kopamamışsak şimdi sen mi koparacaksın behey gafil” denmesi en doğrusudur. Nihayet, bu ülkede kimi haklı talepleri olan, ezilmiş bir halkı temsil eden, üstelik 6 milyon civarında oyu olan bir siyasetin tüm sicilini ancak “cinayet” denebilecek olaylarla karartmaya çalışmak da iler tutar bir yaklaşım sayılmamalıdır.
Gene de biliyoruz; bütün bu söylediklerimizin bir yerden sonra fazla anlamı olmayacaktır. Sosyalist hareket hele bir düze çıksın, asıl söz o zaman söylenmiş, basınççılar da duvara konuşur hale gelmiş olacaktır.