Çok da başka değildir benim memleketim

“Dört mevsimi birden yaşamak istiyorsanız Türkiye’ye gelin…”

Turistik tanıtım spotlarından biridir. Yani dağda kayak yaptıktan sonra Antalya sahillerinde güneşlenin; başka bir yerde sonbahar yağmurunda ıslanın, ardından gidin çiçeğe durmuş ağaçları okşayın falan…

Bu da bir şey mi?

Kapitalizm size mevsimler bir yana geçmiş tarihsel dönemleri birlikte yaşatır!

***

Marx, Kapital’in 1. cildinin bir bölümünü “İlk Birikim”e ayırır. “İlk günahın teolojide oynadığı rolün aşağı yukarı aynısını ekonomi politikte ilk birikimin oynadığını” söyler. İlk birikimin özünde talan, el koyma, köleleştirme, kısacası “koparma” ve “mülksüzleştirme” vardır. Kapitalist üretim tarzının temelleri böyle atılmıştır.

Tarih olarak 17. ve 18. yüzyılları verebiliriz.

“Bir zamanlar kapitalizmde…” denip geçilebilir; bu ilk birikim döneminin kapandığı, üzerinden yüzyıllar geçtiği söylenebilir.

Ama böyle düşünmeyenler de vardır. Örneğin David Harvey, kapitalizmin ilk birikim dönemine ait özellikleri günümüzde de tekrarladığına daha önce değinmişti. “Yeni Emperyalizm” (2003) adlı çalışmasında Harvey, ilk birikimin günümüzde “mülksüzleştirme yoluyla birikim” şeklinde sürdüğüne işaret ediyordu.

Harvey “İlk birikimin, Marx’ın vurguladığı kimi mekanizmaları, geçmiştekinden de güçlü bir rol oynamak üzere günümüze uyarlanmıştır” dedikten sonra bu mekanizmalardan başlıcalarını başkalarını “avlayıp yok etme” (predation); dolandırıcılık (fraud) ve hırsızlık (thivery) olarak tanımlamaktaydı.

(Harvey, s. 147, http://eatonak.org/IPE501/downloads/files/New%20Imperialism.pdf)

Şimdi, Türkiye kapitalizminde bu “mevsimlerin” bir arada yaşandığına kim itiraz edebilir?

Öncekileri, özelleştirmeleri, kentsel dönüşüm projelerini, yeni rant alanları yaratılmasını vb. geçtik, 15 Temmuz’dan sonra el konulan şirketler, vakıflar, çeşitli varlıklar başkalarının eline geçtiğinde bunun adı “predation” olmayacak da ne olacak?

Varlıklı bir kesimin başka bir varlıklı kesimin elindekileri yutması da duruma göre “ilk birikimin” bir biçimidir.

***

Ancak, Türkiye diyorsak bu kadarla kalmıyor.

Türkiye aynı zamanda burjuvazinin sahneye çıkmasına, güçlenmesine, egemen olmasına ve bu egemenliğini pekiştirmesine tanıklık eden tarihsel dönemleri de aynı anda yaşamakta ve yaşatmaktadır.

Kabaca bir kronoloji izleyecek olursak burjuvazinin tarihsel serüvenini nemalanmak isteyen sınıf, kollanmak isteyen sınıf, egemen olmak isteyen sınıf ve egemenliğini tahkim edip süreklileştirmek isteyen sınıf şeklinde özetlemek mümkündür.

Kuşkusuz, bunlar en genel anlamda kapitalizmin gelişimindeki farklı tarihsel dönemlere denk düşer. Böyledir, ama tarihsel anlamda bir “tamamlanmışlığın” hep eskide kalacağını, kendini yeni biçimleriyle daha sonra hiç göstermeyeceğini söyleyemeyiz. Büyük sermaye ne kadar gelişmiş, yerini ne kadar sağlamlaştırmış olursa olsun duruma göre kapitalist birikimin geçmiş repertuarına dönmek, o yolları da zorlamak isteyecektir.

Sonra, birikim süreci farklı aktörlerin katıldıkları, dinamik bir süreçtir. Bu süreçte yerini sağlamlaştırmış görünen büyük sermaye dışında yeni palazlananların, daha yukarılara çıkmak isteyenlerin, siyasal iktidarların yürü ya kulum dediklerinin de rolü ve ağırlığı olacaktır.

Anlamı şudur: Belirli bir soyutlama düzeyinde kapitalist birikimin özel tarihsel dönemlerine atfedilen dinamikler, daha sonra, yaşanan güncellikte hep birlikte bir kez daha ortaya çıkar. Bu bir arada oluşun, Türkiye gibi kapitalizmin geç ve dışa bağımlı geliştiği ülkelerde kendini daha sık gösterdiği, siyasal yansımalarının da daha belirgin olduğu söylenebilir; ancak yalnızca Türkiye’ye özgü bir olgu sayılamaz.

***

Türkiye solu, ülkedeki sermaye sınıfıyla siyasal iktidarlar arasındaki ilişkiyi değerlendirirken yer yer aşırı basitleştirilmiş bir bakış açısından yola çıkar. Sanki ülkede yılların deneyimiyle kemale ermiş, kendi iç çekişmeleri olmayan, tek gövdeli bir sermaye sınıfı vardır da bu sınıfın siyasal iktidarla ilişkileri masaya yatırılacaktır…

Bu bakış açısının güncel siyasal uzantılarından biri de burjuvazinin mevcut rejimle başının hoş olmadığı, “AKP’yi istemediği” yolundaki yaygın görüştür.

Oysa durum pek de böyle değildir.

Örneğin Erdoğan bir gün çıkıp, “Eyy sosyalistler, biz hem yerleşik oturmuş, bu konumunu sağlamlaştırmak isteyen, hem yağmacısı talancısı dâhil yeni palazlanan, hem de gözünü daha yukarılara dikmiş sermaye kesimlerine aynı anda hizmet etmeye çalışıyoruz, kolaysa gel sen yap…” dese haklı olur.

Eski solcu danışmanları duruyorsa diyebilir de…