Cin şişeden çıktıktan sonra…

İnsanların sosyalizme inanması, bu düşüncenin kendine özgü yetkinliğine güvenmesi elbette iyi bir şeydir. Ancak, sosyalizmin, insanlık tarihinde ileri ve gelişkin denebilecek ne varsa hepsinin geçmişteki cisimleşmesini kökünden kazıyıp her birinin yerine yeni ve bambaşka şeyler getirebileceği ya da getirmesi gerektiği düşüncesi doğru değildir.

AKP iktidarının ilk yıllarında “dinci gericilik” ve “siyasal İslam” gibi başlıklar gündeme geldiğinde belirli bir umursamazlık ya da rehavet solun liberal eğilimleri olmayan kesimlerinde bile göze çarpıyordu.

Nedenleri ya da “gerekçeleri” ayrı…

Bugün durum (çok şükür) böyle değil; ama gene de bu konuda belirli bir “tutukluktan” söz etmek mümkün. Bu “tutukluğun” nedenlerine de hiç girmeyeceğiz; “gereksiz polemik” sayılabileceği için…

O zaman görüşlerimizi “polemik sayılamayacak” bir yoldan anlatmaya çalışalım.

ÖNCE HİPOTEZLER

1. Türkiye’de faşizm ister bir tehdit ister bir süreç ister fiili durum olarak tanımlansın, bu faşizmin ağır basan öğesinin siyasal İslam olmaması bundan böyle mümkün değildir.

2. Türkiye’de faşizm kuşkusuz milliyetçi-şoven öğeler de barındırır/barındıracaktır; ancak bu faşizmin temelde seküler ağırlık taşıması mümkün görünmemektedir. Bu iş çok önceleri “Hira Dağı-Tanrı Dağı” tartışmasında ikincisinin marjinale düşmesiyle bitmiştir.

3. AKP siyasal bir parti olarak erise, tükense, bitse bile siyasal İslam ya da radikal İslam toplumda ve siyasette kendine marjinal denemeyecek bir yer edinmiştir; öyle ya da böyle kendine siyaset sahnesinde ağırlığı olan başka temsilciler bulacaktır (*).

4. Bugünkü dünyanın ve Türkiye’nin, mevcut burjuva egemenliğinde ve onun çizdiği sınırlar içinde yeni bir aydınlanma hamlesi yaşaması da hiç mi hiç mümkün görünmemektedir. Tersine, eğilim, merkezdeki seküler kurumsallaşmanın seküler olmayan öğeleri daha fazla içine alması yönündedir.

5. Türkiye kapitalizminin ve ülkedeki sermaye sınıfının, örneğin kadınların araba kullanmasına yasak getirilmesi gibi kimi uygulamalar dışında, siyasal İslam’la peşin kan uyuşmazlığı olduğu söylenemez.

Adı üstünde, “hipotez” dedik, yani hepsi tartışmaya açıktır; şimdi, bizce tartışma konusu olmaması gereken kesinliklere geçebiliriz.

'LAİKLİK' NEDİR?

En kısa tanımıyla aşağıdaki özelliklerden söz edebiliriz:

1. Dinin kurumsal gücüne ve iktidarına meydan verilmemesi.

2. Dinin kamusal ve siyasal yaşama nüfuzuna meydan verilmemesi.

3. Dinin, yurttaşın gündelik yaşamına dayatıcı kurallar getirmesine meydan verilmemesi.

Bu kadarı yeterlidir. Bu işin tarihsel, sosyolojik, antropolojik, vb. detaylarını ve boyutlarını isteyen istediği gibi irdeleyebilir. Ama can alıcı ve güncel soru ortadadır: Az önce sıralanan üç maddenin her birinin tersi günümüz Türkiye’sinde bir sorun mudur değil midir, sorunsa, bu alanda mücadele verilmesi gerekli midir, değil midir?   

***

İnsanların sosyalizme inanması, bu düşüncenin kendine özgü yetkinliğine güvenmesi elbette iyi bir şeydir. Ancak, sosyalizmin, insanlık tarihinde ileri ve gelişkin denebilecek ne varsa hepsinin geçmişteki cisimleşmesini kökünden kazıyıp her birinin yerine yeni ve bambaşka şeyler getirebileceği ya da getirmesi gerektiği düşüncesi doğru değildir.

Cumhuriyet dendiğinde böyledir, demokrasi dendiğinde böyledir, aydınlanma dendiğinde böyledir, kamuculuk dendiğinde böyledir, kadının kurtuluşu dendiğinde böyledir ve nihayet laiklik söz konusu olduğunda da böyledir. 

Bu terimlerin hala bir anlam ifade ettiğini düşünenler için ekleyip bitirelim: “Bilimsel sosyalizm” ile ütopyacı sosyalizmin kalın ayrım çizgilerinden biri de buradadır. 


(*) Bu hipotez, Deva, Gelecek ve Saadet gibi partilerin, 1950’lerle birlikte şişeden çıkmaya başlayan ve bugün bayağı ete kemiğe bürünen cini isteseler bile yeniden oraya sokamayacakları şeklinde de okunabilir.