Sokağı, eylemi, hareketi şimdilik bir yana bırakarak sosyalizmin düşünce dünyasını görece bağımsız bir alanmış gibi ele alalım, durumu değerlendirmeye çalışalım.
Bu alanda ciddi bir kısırlık, bir üretememe, geliştirememe durumu olduğu kanısındayız. Toplumdaki ve siyasetteki çürümenin bu alana sirayet ettiğini, ortamdaki genel olumsuzluğun sosyalistlerin düşünsel faaliyetini de aynı yönde etkilediğini söyleyebiliriz.
Söyleyip işin içinden çıkabiliriz; ama yapmayıp zorlayalım, şansımızı deneyelim…
***
İsterseniz, biri Marx ve Engels’den, diğeri ise Lenin’in “düşüncesinden”, ilk bakışta birbiriyle bağdaşmaz görünen iki değerlendirmeden yola çıkalım.
Marx ve Engels Alman İdeolojisi’nde şöyle demişti: “Komünizm, bizim için oluşturulacak bir durum, gerçekliğin kendini uydurması gereken bir ideal değildir. Biz komünizmi, şeylerin bugünkü durumunu değiştiren gerçek hareket olarak tanımlıyoruz. Bu hareketin koşulları ise halen mevcut bir temelden kaynaklanır.” (Toplu Eserler (İngilizce) cilt 5, s.49).
Aslında, dönemin ütopyacı sosyalistlerini hedef alan, idealizme karşı var olan maddi süreçlere vurgu yapan önemli bir değerlendirmedir. Gelgelelim, kime karşı neyin vurgulandığı gözden kaçırılırsa insanı güncele, var olana hapseden içerik de taşır. Nitekim Bernstein (sözü geçen çalışmayı okumamış olsa da) bu noktaya sürüklenmiş, “hareket her şeydir; nihai hedef ise hiçbir şey” demiştir.
***
Lenin’in “düşüncesinin” teorik çerçeveye oturtulmasında önemli bir adım, ilk bölümünde “devrimin güncelliğini” ele alan Lukacs’ın “Lenin: Düşüncesinin Bütünselliği Üzerine” adlı çalışmasıdır (1924).
Lukacs, Alman İdeolojisi’ndeki değerlendirmenin “aksine” güncel olana yarının devriminden hareketle, belirli bir “iktidar perspektifi” kurgusuyla yaklaşır. Lenin’in düşüncesinin özünün de burada yattığını söyler.
Lukacs’a ve “devrimin güncelliği” konusuna eğilen Jodi Dean “tasarlanmış zaman” fikrini ortaya atar: “(…) tasarlanmış zaman, gelecekte bir kaçınılmazlık olacağını varsayar ve bu kaçınılmazlığı, bugünkü eylemlere karar verilen sabit bir nokta olarak belirler.” Devamı şöyle: “Belirli bir gelecek önerir –devrim- ve bu geleceğin şu anki eylemlere yön vermesini sağlar” (Jodi Dean, “Devrimin Güncelliği”, Devrimi Yeniden Düşünmek içinde, çeviren: Rafet Koca, Yordam Kitap, 2017, s. 72 ve 73).
Bu iki değerlendirme tam tamına aynı şeyden bahsetmediğinden arada bir çelişki ya da bağdaşmazlık olduğundan söz edilemez. Ancak gene de birinde günceli öne çıkaran, diğerinde ise geleceğe atıfta bulunan iki önemli vurgu söz konusudur.
Mesele, bu iki ayrı vurgunun aynı potada nasıl buluşturulabileceğidir.
***
Bizce Türkiye sosyalist hareketindeki düşünsel ortamın bugünkü kısırlığı, “buluşturma” yönündeki girişimlerin olmayışının ya da yetersiz kalmasının sonucudur. Bir kesim yalnızca güncele, var olan “harekete” odaklanırken diğer bir kesimin sabah akşam “biz meselelere iktidar perspektifimizden bakarız” deyip durması kısırlığı da beraberinde getirmektedir.
Marx-Engels vurgusunun istismarının güncele kilitlenme sonucunu getirebileceğine işaret etmiştik. Bernstein örneğini tekrar hatırlatıp “kuyrukçuluk” ya da “sürüklenme” yolunun böyle döşendiğini ekleyelim.
“İktidar perspektifi”, “devrimin güncelliği” ve “tasarlanmış zaman” fikirlerinin istismarı ise başka sonuçlar vermektedir: Yarının devrimini bugünden gözetme ilkesi aslında bugün kimlere nasıl yaklaşılacağı, kimlerin nereye taşınacağı ve kimlerle ortak hareket zeminleri aranacağı gibi gündemlere işaret ederken, tersine “steril kalma” adına uzak durulması, hiç yanaşılmaması gerekenler listesi gibi kullanılmaktadır.
Sosyalist düşüncenin bir damarı “ben bugüne bakarım, sonrası aynı bir konu” noktasındayken diğer damarı ha bire “bozucu unsur” arayıp duruyorsa buradan yeni ve yaratıcı düşünce nasıl çıksın?
***
Diyoruz ki bu dönemde biriktirmezsek yarın başka bir döneme girildiğinde fenersiz yakalanır, olayların peşinden sürüklenmek durumunda kalırız.
Geliştirilen düşüncelerin hemen pratiğe aktarılması mümkün olmayabilir; ama bir kenarda durmasında yarar vardır.
Yarın lazım olacaktır.
Kendi “tarihsel blokumuzu” kimlerle nasıl oluşturacağımız, devrim öncesi hegemonya imkânları, sınıfın yapısındaki değişikliklerin neye işaret ettiği, kitlesel ara örgütlerin olası biçimleri, nasıl bir devlet sistemi (demokrasi) öngörüldüğü, sistemden kopup sosyalizm yoluna giren bir Türkiye’nin hangi kaynaklarla ayakta duracağı, üzerinde durulması ve düşünce geliştirilmesi gereken başlıklar arasındadır.
Gelecekten bugüne bu başlıklarla bakılması çok mu fuzuli bir uğraştır?