Önce dünyayı değerlendirip sonra Türkiye’ye eğilmek ya da Türkiye’ye bakıp dünyadaki genel eğilimleri buradan anlamaya çalışmak…
İlki daha “gelenekselleşmiş” yaklaşımdır, genellikle buna başvurulur.
Ancak, kimi özel tarihsel kesitlerde tersi de çok aydınlatıcı olabilir. Önce ülkeye, Türkiye’ye bakarsınız, buradan hareketle dünyadaki genel bir eğilimin özüne ulaşırsınız. O kadar ki, bir an gelir “acaba bu evrensel yönelimleri başlatan öncülerden biri de Türkiye mi?” diye sorasınız gelir.
Cumhuriyet tarihine bakıldığında, ülkedeki kimi özel kırılma dönemlerinin size dünya genelini verebildiği üç örnekten söz etmek mümkündür.
Birincisi, 1930’ların başındaki Türkiye’ye dikkatli gözlerle bakan biri en azından Avrupa’daki başat siyasal yönelimleri buradan çıkarabilecektir: Güçlü devlet, kamunun artan ağırlığı, otarşi-otoriterlik, milliyetçilik; ekonomide, düşünsel yaşamda ve siyasette liberalizme neredeyse tam bir yüz çeviriş…
İkincisi: 4 Aralık, İstanbul’da Tan matbaasının “anti-komünist gençler” tarafından basılıp tahrip edilmesinin (1945) 69’uncu yıldönümüydü. İkinci Dünya Savaşı biteli 6 ay olmuştur ve Türkiye’de adeta düğmeye basılmışçasına bir anti-komünist histeri alıp yürümüştür.* Daha 1947’ye bile gelmeden, 1945 yılına ve Tan matbaası olaylarına bakan birinin buradan dünyayı “soğuk savaşın” beklediğini çıkarması mümkündür…
Üçüncüsü, 24 Ocak 1980 kararları ve hemen sonrasıdır. Kararların mimarı Özal’ın gerekçeleri ve daha sonraki kimi öngörüleri dikkatle okunduğunda, Türkiye’nin “piyasa fundamentalizmine” Thatcher ve Reagan’la birlikte öncülük ettiği sonucuna varılması en azından cezbedicidir.
Üçü de önemli bir ek gerektiriyor: Her birini, ülke soluna, sosyalistlere yönelik özel “operasyonlar” izlemiştir. İlkinde (30’lar) soldan insan devşirme ve “en iyisi kendini likide et” telkinleri ağırlıktadır. İkincisinde, yasaklamalar ve geniş kapsamlı tutuklamalar söz konusudur. Üçüncüsünde ise artık ezme, yok etme, kökünü kazıma girişimleri gündemdedir.
***
Şimdi, soru şu: İçinde bulunduğumuz dönem, yukarıdakilere ek dördüncü bir özel dönemin daha gelip çattığına mı işaret ediyor?
Kesinlikle hayır!
Evet, AKP’nin, özellikle Erdoğan-Davutoğlu ikilisi tarafından temsil edilen ideolojinin Türkiye’den kalkarak “dünya-tarihsel” bir yönelimi zorlama çabası içinde olduğu açıktır. Ancak, ülkeye getirebilecekleri bir yana, bu çaba dünya ölçeğinde komik kaçmakta ve böyle bulunmaktadır. 1930’lardaki, 1945 sonrasındaki ve 1980’lerdeki “örtüşmeyle” kıyaslandığında bugün epey uzağa düşülmüştür. İslamiyet vurgusu tolerans sınırları ötesindedir ve seçilen coğrafya da dar kalmaktadır.
Daha önemlisi ise “modelin” ikinci boyutudur: Dünya ölçekli örtüşme büsbütün kof ve temelsiz kalsa bile, ya içerde sola yönelik operasyon?
1930’ların “karşıdan insan devşirme” dönemi “zayiat” bile denemeyecek firelerden sonra artık kapanmıştır. “Kendini likide et” telkinlerinin hiç karşılık bulmayacağı açıktır.
Geniş çaplı baskı, sindirme ve ezme girişimlerine gelince…
Bugün Türkiye solu 1940’lar sonu ve 50’ler başına göre çok daha büyük bir niceliğe hitap etmektedir; ülke ölçeğindeki etkisi 1970’lerin en son dilimine göre daha az olsa bile bugün daha derli toplu, daha deneyimlidir.
Dolayısıyla mesele geri basmamak, karşı tarafın sindirme ve ezme girişimlerine hiç pabuç bırakmadan bunların hepsine gerekli karşılığı vermektir. Sosyalizmin bu ülkenin gündemine bir daha hiç çıkmayacak bir ağırlıkla girmesi, “nasıl bir sosyalizm?” tartışmalarından ya da sosyalizmin güzelliklerinin anlatılmasından çok karşı tarafın hamlelerine verilecek yanıtların sertliğine, kararlılığına ve sürekliliğine bağlıdır.
Böyle olursa, “bu sefer olmaz!”
* 1930’ların ideolojisinden 1940’lara geçişte kimi “intibak” güçlükleri yaşandığı anlaşılıyor. Bir kaynağa göre 1945 Aralık kitlesi önce (liberal) Ahmet Emin Yalman’ın Vatan gazetesine yürüyor. “Zamanın ruhunu” yakaladığı anlaşılan bir figür ise uyarıyor: “Arkadaşlar, Vatan gazetesi biçim için asıl tehlike değildir, biz Tan gazetesini protesto etmek için toplandık, Tan’a doğru yürüyelim” (aktaran, Fatih Yaşlı, AKP, Cemaat, Sünni-Ulus, Yordam Kitap 2014, s. 90).