Devletin tepesindekiler… Siyasal iktidar… Meclisteki muhalefet partileri… 15 Temmuz gecesi demokrasi için sokağa çıkıp sonra günlerce nöbetini tutanlar…
Meğer hepsi demokrasiyi ne kadar severmiş…
Elbette, demokrasiden ne anladıkları, demokrasi diye neyi bu kadar sevdikleri bellidir. Dört yıl önce de anlatmaya çalışmıştık:
“Bir kavramın inkârı, karşıtı vb. çok özel durumlarla tanımlanıp çok dar bir alana sıkıştırılırsa, bu kavramın uzantısı uygulamalar da içerdiği olumsuzluklardan o kadar tenzih edilmiş, aklanmış olur. Örneğin ‘ticari başarı’ kavramının inkârı sadece ve sadece ‘iflas’ olarak tanımlanırsa, iflas etmeyen bir ticari kuruluşu her tür rüşvete, suiistimale, yolsuzluğa bulaşmış olsa bile başarılı sayıp baş tacı etmek gerekir. Bunun gibidir: Eğer ‘demokrasinin’ inkârı salt ‘darbe’ olarak tanımlanır, buna indirgenirse, o zaman darbe olmadığı sürece yapılan her şeyin demokrasi adına kutsanması, en azından sineye çekilmesi gerekecektir…” (BirGün, 20 Nisan 2012)
Bugün Türkiye’de olan tam da budur.
***
İşin bir yanı böyle.
Ya diğer yanı?
Bizlerle, sosyalistlerle ilgili yanı?
Sosyalistler bu tabloya bakıp, “başlarım sizin demokrasinizden…” diyebilir, demelidir. Hepsinin ipliğini pazara çıkarmalıdır. “Temsili demokrasinin” günümüzdeki evrensel pejmürdeliğini vurgulamalıdır. Bu çerçevede ne gerekiyorsa yapmalı, hatta ağzına geleni söylemelidir.
Ama dedik ya, belirli bir tablo karşısında ve belirli bir çerçeve içinde…
Yoksa bu çerçevenin dışına çıkıp fazla uçmamalı, gereksiz efelenmelerden kaçınmalıdır.
Örneğin:
“Demokrasi mi? Ha ha ha…”
“Bizim davamızı öyle demokrasi falan kesmez…”
“Bana ‘demokrat’ dersen oyarım, ona göre…”
İşte, buna benzer uçmalar ve efelenmeler hem teorik olarak hem de siyasal pratik açısından kof ve yanlıştır.
Sosyalistler için demokrasi, sosyalizmi önceleyen ayrı bir devrim aşamasıyla ilişkilendirildiğinde, burjuva demokrasisi demokrasinin tek biçimi olarak yutturulmaya çalışıldığında ve düzen içi çözümlerin çekici ambalajı olarak kullanıldığı ölçüde yüklenilmesi gereken bir kavram olmalıdır.
Yoksa sosyalistlerin de “demokrasi” diye bir derdi hep olmuştur ve olacaktır…
***
Demokrasiyle ilgili efelenmelerin yanlış olduğunu söylemiştik.
Bir düşünce sisteminin (Marksizm’in) kendi gelişim-oluşum sürecinde içinden geçtiği uğraklar, çözüme bağladığı sorunlar ve içerip aştığı kavramlar, teorik oluşum sürecinde böyle oldu diye gerçek yaşamda yok olmaz, buharlaşıp gitmez. Başka türlü de söyleyebiliriz: Ancak komünist toplumda, hatta onun “ileri” evresinde gerçekten aşılabilecek kavramları ve pratikleri bugüne yansıtıp “madem öyle, bunların bizim lügatimizde yeri olmaması gerekir” denemez.
Marksist düşünce, örneğin yurtseverliği aşmamış mıdır? Komünist toplumun ileri evresinde böyle bir kategoriden söz edilebilecek midir?
Ama bugün “yurtseverlik” diyoruz, diyebiliyoruz…
Marksist düşünce kendi gelişimiyle aydınlanmayı içerip aşmamış mıdır? 18. yüzyıl aydınlanmasına bu anlamda bir düğüm atmamış mıdır? Komünist toplumun ileri evresinde bugün anladığımız anlamda bir “aydınlanma” derdimiz olacak mıdır?
Ama bugün göğsümüzü gere gere aydınlanma diyebiliyoruz ve demeliyiz.
O zaman soru şu: Onlar öyle de demokrasinin başı kel mi?
Bir sosyalistin yurtsever, aydınlanmacı, halkçı, kamucu, cumhuriyetçi vb. yanları hep olacak da bir tek demokrat yanı mı hiç olmayacak?
Herhalde, yurtseverliğin, aydınlanmacılığın, halkçılığın, kamuculuğun ve cumhuriyetçiliğin bu ülkede ulaşılmak istenen kesimlere değen, onlara hitap eden bir yanı olduğu düşünülüyordur. Doğrudur. Ama insanlara bunların hepsinin değip bir tek demokratlığın ve demokrasinin değmediğini ya da kime değdiyse onu mutlaka iğfal edeceğini düşünmek için hiçbir neden yoktur.
Derdimizi anlatırken yurtseverliğin milliyetçilik olmadığını, aydınlanmacılıktan pozitivizmi anlamadığımızı, halkçılık derken halk dalkavukluğu yapmayacağımızı, kamuculuktan sözgelimi 30’ların devletçiliğini kastetmediğimizi, cumhuriyetçi kimliğimizin burjuva cumhuriyetine takılıp kalma anlamına gelmediğini nasıl vurguluyorsak, demokrasi için de aynısını yaparız.
İçini, nasıl gerekiyorsa öyle doldurur, öyle anlatırız.
Zor bulanlar yapmasınlar; ama hiç olmazsa sağa sola tafra atmasınlar.