Böyle gitmez (mi?)

Soldan ve merkezden pek çok yorumcu aynı şeyi söylüyor: Böyle gitmez…

Böyle gitmeyecek olan, bugünkü rejimdir; özellikle OHAL’le, KHK’larla ülkeyi sokmak istediği kalıptır. Bunlara bakılıp böyle gitmeyeceği sonucuna varılmaktadır. 

Yabana atılacak görüş değildir. Örneğin, yakın geçmişte dillendirilen, hatta geldi geliyor denilen “liberal dalga” öngörüsüne göre ciddiye alınması gereken yanları vardır.

O zaman değerlendirmeye çalışalım.

***

En başta netlik gerektiren nokta:  “Böyle gitmeyeceği” yargısının temel dayanağı halkın yeni bir silkinişle sürece damgasını vuracağı, rejime dur diyeceği yolunda bir inançsa, buna kimsenin itirazı olmaz. 

Ancak, “böyle gitmez” yargısında işin bu boyutu silik kalmaktadır ya da hiç yoktur. Ayrıca, merkezde yer alanlar da “böyle gitmez” diyebildiğine ve bu kesimin sokağa çıkan bir halk muhalefetine yakınlık duyması pek beklenemeyeceğine göre dayanaklar için başka yerlere bakmak zorundayız.

Neler olabilir?

Birincisi: AKP rejimi günümüz dünyasının ana yörüngesinden fazlasıyla sapmıştır; bir aykırılık oluşturmaktadır ve “böyle gitmesi” mümkün değildir.

İkincisi: Türkiye’de oturmuş bir “devlet geleneği” vardır; bu gelenek kimi dengeler konusunda çok hassastır; rejim ise bu dengelerle çelik çomak oynar gibi oynadığından “böyle gitmesi” mümkün değildir.

Üçüncüsü: Türkiye’de sermaye sınıfının bir aklı vardır ve bu akıl uzun dönemde nelerin kendi egemenliği aleyhine olabileceğini iyi bilir, siyasal iktidarlara buna göre ayar verir; AKP rejimi bu ayarlar dışına çıktığından “böyle gitmesi” mümkün değildir.  

***

Her birine kısaca bakalım.

Birincisi: Günümüz dünyasında kucaklayıcı bir ana yörüngeden çok birbiriyle çelişen eğilimlerden söz edilebilir. Üstelik bu eğilimler arasında daha baskın görünenler hiç de “AKP rejimini götürücü” nitelikte değildir. Dünya, siyasal rejimler ve ideolojik yönelimler açısından bir fetret dönemi yaşamaktadır. Neo-faşizm yükselen eğilim durumundadır. AKP rejiminin bu ortamda bulduğu ise uluslararası politika karmaşasında ortaya çıkan küçük bir kovuktan (niche-niş) çok kendi kafa denkleriyle birlikte tuttuğu büyükçe bir boşluktur.

İkincisi: “Bölünme” kaygısı, Kürt-Kürdistan fobisi dışında bugün oturmuş bir devlet geleneğinden söz etmek mümkün görünmemektedir.  “Gelenekte”, ordu, yargı, üst düzey bürokrasi gibi kurumların kim olursa olsun siyasal iktidarlara belirli bir mesafede durması esastır. Bugün söz konusu değildir.

Üçüncüsü: Sol düşünce, sermaye sınıfının aklı konusunda fazla teoricidir. Büyük sermaye kesimlerinin, örgütlerinin ve organik aydınlarının sınıf egemenliğinin sürdürülmesine ilişkin birtakım kaygıları olabilir.  Ancak bunların sınıfı bir bütün olarak kapsayacak kolektiviteye ya da anonimliğe ulaşması istisnai durumlara özgüdür. Sınıf, egemenliğini ciddi bir tehdit altında görmediği sürece kendi içindeki üste çıkma yarışlarıyla meşgul olur, ipleri de (daha) büyük ölçüde siyasal iktidarların eline verir.

Sonuçta, “böyle gitmez” yargısı için ileri sürülebilecek bu üç dayanağın her birinde ciddi boşluklar vardır; bunlardan kalkarak “böyle gitmez” deniyorsa, yeterince ikna edici değildir.

***

Peki, bütün bunlarla “böyle gider” demiş mi oluyoruz? 

Hayır, sadece genel çerçevenin bu olduğunu ve bu çerçevenin AKP rejimini götürücü özellikler taşımadığını söylüyoruz. Halk muhalefeti faktörünü bir kez daha bir kenara koyarsak, sıralanan üç dayanağın her birine içrek olan ve bugün artık kalıntı/bakiye haline gelmiş aykırılıkların bir konjonktürde birleşmesi ve AKP rejimini gerçekten götürmesi teorik olarak elbette mümkündür.

Ancak, öne çıkan bir olasılık değildir ve bu olasılık gerçekleşse bile işin nereye varacağı konusunda ortada büyük soru işaretleri vardır.

Bu soru işaretlerinin kaynağı da AKP rejiminin önceki iktidarlara göre ortaya koyduğu bir farklılıktır: Rejim, oy/seçmen desteğinin ötesinde kendi toplumsallığını da yaratmış, daha önce toplumsal-siyasal yaşamda ancak sınırlı ağırlık taşımış birtakım eğilimler, değerler vb. loğ taşı gibi siyasal-ideolojik-kültürel alanın ortasına çökmüştür.   

AKP gitmesine gider de Türkiye artık “iki toplumlu” bir ülkedir ve bizce kalıcı olan da budur.