Bosna İslamı bu değil!

Her türlü dinci saldırı, katliam, insanlık suçunun ardından sürekli olarak duymaya alışkın olduğumuz bir klişe artık hepimizin malumu: “Gerçek İslam bu değil.” Kutsal kitaplarda dinsizlerin, kâfirlerin, din düşmanlarının katlinin vacip olduğu dahası nasıl katledilmeleri gerektiği bile açık seçik yazılmışken, gerçek İslam’ın, ya da gerçek dinin ne olduğu tartışması bir yana, asıl dikkat çeken söylem ise “Gerçek İslam bu değil” serzenişinden sonra geliyor ve “ama”lar uçuşmaya başlıyor: “Katliamı kınıyoruz AMA dine küfrettiler”, “Yapılan yanlış AMA onlar da peygamberin karikatürünü çizmesinler”, “Dine küfrederlerse dini istismar edenlerin hedefi haline gelirler”.

Bu çok ılımlı dinciler açıktan açığa aydınların, sanatçıların ve hatta aydınlanma değerlerine inanan ortalama bir yurttaşın “hedef” haline geleceğini belirterek bir anlamda “hedef”i göstermiş de oluyor.

Fakat dinci fanatizmle pek fazla sorunları olmayan, ama diğer yandan dinci fanatiklerin yaptıkları katliamlardan, kamusal alanda zorunlu kıldıkları yaşam tarzından da rahatsız olan bir muhafazakâr klik söz konusu. Türkiye tarihi bize bunun örneklerini veriyor. Dincilere en büyük tavizleri veren Adnan Menderes, Süleyman Demirel ya da Turgut Özal gibi muhafazakâr politikacıların, kendi yaşam tarzlarının ne kadar “Batı” eğilimli olduğu malumunuz.  Besledikleri gericiliğin vardığı sonuç da malumunuz. Kaldı ki, Ortadoğu’daki ilerici rejimler karşısında Fransa ve diğer emperyalist ülkelerin kimleri desteklediği de biliniyor.

Kamu maliyesi dersi aldığım bir hocam vergilendirmenin temel kuralı olarak şunu öğretmişti: “Sivrilttiğin kazık kendine döner”. Vergilendirmenin temel kuralı burada da geçerli. Muhafazakârların ve emperyalistlerin beslediği dinci yobazlar, kendilerine de dönüyor. Ondan sonra bize “Gerçek İslam bu değil” diye yutturmaya çalışıyorlar. Haydi oradan!

“Gerçek İslam bu değil” sözü Bosna’da ise başka kafalardan çıkıyor. Bosna’daki iktidardaki gerici Boşnak partisi SDA ve lideri Alija İzzetbegoviç ile AKP ve RTE/AD arasındaki sıkı ilişkiler biliniyor. (Bkz: Bosna Seçimlerinde AKP Gölgesi http://ilerihaber.org/yazarlar/ozgur-dirim-ozkan/bosna-secimlerinde-akp-golgesi/371/)

Bosna Savaşı sırasında Bosna’ya yüzlerce mücahit akın etmişti. Doğruya doğru: Yeni Dünya Düzeni’nin av sahası olan Bosna’da, Batı’nın katliamlara seyirci kaldığı bir ortamda Boşnakların, özellikle de başkent Saraybosna’nın çok daha büyük bir katliamla baş başa kalmamasında bu mücahitlerin önemli bir payı vardır. Alija İzzetbegoviç ve SDA yöneticileri tarafından Bosna’ya çağrılan yüzlerce mücahidin bir kısmı El Kaide gibi örgütlerin önemli militanları oldular. Dahası, Bosna’da yerleşerek ve hatta kendilerine ait kamplar açarak yüzlerce Boşnağı da kendi saflarına çekmeyi başardılar.

Bugün Suriye’de dinci örgütler içinde savaşan 250’ye yakın Bosna ve Sancaklı militan var.

Bosnalı muhafazakâr siyasetçiler için toplumun giderek muhafazakârlaşması, dincileşmesi, aydınlanmadan uzaklaşması istenilen bir şey. Fakat sivrilttiği kazık kendisine dönüyor işte…

Küresel İslamcı terör örgütlerinin kadrolarında önemli sayıda Boşnak militanın çıkması, Bosna’daki muhafazakârları ve ulemayı ciddi sıkıntılara sokuyor. Yüksek Temsilcilik tarafından yönetilen ve fiili olarak sömürge yönetimi olan Bosna’dan çok sayıda militanın çıkmasıyla Batı da Bosna’yı bu konuda uyarıyor. Geçtiğimiz sene görevi devralan yeni Reis-ul Ulema Hüseyin Kavazoviç, Suriye’de birçok Boşnak militanın dinci terör örgütlerinin saflarında çatıştığını ve birçoğunun da küresel İslami terör ağı içinde yer almasının hatırlatılması üzerine Suriye’de yaşananın bir “iç savaş” olduğunu ve Boşnakların bu savaşta neden yer aldıklarını anlamadığını açıkladı. Bu eylemlerin en nihayetinde Müslümanlara zarar verdiğini ve hükümetin son aylarda uluslararası terör örgütlerine katılımı önlemeye yönelik olarak çıkardığı yasalardan bahsetti.

Bosna Savaşı’ndan bu yana İslamcılar Bosna’da istedikleri gibi hareket ediyorlardı. Tuzla yakınlarında kendilerine ait bir kampları bile vardı. Büyük kentlerdeki camilerin hangi gruba ait olduğu bile bilinirdi. Bu gruplar arasında Vahabilerin en güçlü grup olduğu ve Vahabilerin Suudi Arabistan üzerinden önemli miktarda maddi kaynağı Bosna’daki İslamcılara aktardığı da bilinmekteydi. Bosna, aynı zamanda Türkiye kökenli cemaat ve dinci yapılanmaların bile her düzeyde etkin olduğu ve bu yapılanmalara her düzeyde göz yumulduğu bir ülkedir.

Her şey iki yıl önce İslamcı militan Mevlid Yaşar’ın Saraybosna’daki ABD Büyükelçiliği’ne kalaşnikofla yaptığı saldırıyla değişti: Muhafazakârların, liberallerin, emperyalistlerin el birliğiyle sivrilttiği kazık kendilerine döndü. Yeni yasalar çıkarıldı, oturum izni olmayan mücahitler sınır dışı edilmeye başlandı. Dinci çıkışlarıyla bilinen daha önceki Reis-ul Ulema Mustafa Çeriç ise görev süresinin dolmasıyla yerini daha “liberal” bir din adamına Hüseyin Kavazoviç’e bıraktı. Mustafa Çeriç zorunlu din dersi ile ilgili olarak Saraybosna’nın SDP’li Eğitim Bakanı Emir Suljagiç’le girdiği tartışmada, Suljagiç’i açıkça tehdit etmiş ve “Arap Baharı”na gönderme yaparak “Saraybosna Yazı” ile karşılaşılabileceği şeklinde halkı “dine karşı bu tehdite karşı çıkmaya” çağırmıştı.

Bir dönem yurtdışında yaşayan Bosnalı bir arkadaşım Batı ülkelerinde Müslüman olduğunu söylediği zaman şahit olduğu önyargılardan bahsetmişti bana. Kendisini Müslüman bir komünist olarak tanımlayan bu arkadaşım, dinî referanslı etnik kimliklendirmeye de karşı çıkarak birçok Bosnalı’nın yaptığı gibi kendisini “Boşnak” olarak değil “Bosnalı” olarak tanımlar ve hala da “Yugoslav” olduğunu vurgular. Söz konusu önyargıları aktardıktan sonra Saraybosna’ya yerleşen Türklerde garipsediği durumu aktarır: “Biz Bosnalılar, kendimizi ‘Türk tipi Müslüman’ olarak tanımlarız, ama sizinkiler hep ‘Arap tipi Müslüman’”.

Arap tipi Müslümanlığa hep uzak durmaya çalışan Bosnalıların, Türkiye’deki dini dönüşüm sonrasında biçim değiştiren ve kamusal alanı zapt-u rapt almaya çalışan Türk tipi Müslümanlıkla da araları açılmaya başladı. Şimdilerde ise Bosna tipi Müslümanlık daha çok tartışılıyor.