Bu ülkede sosyalizm dendiğinde istisnasız herkesin bir şekilde karşılaştığı, ama yazılara pek dökülmeyen, açıkça tartışılmayan bir soruna doğrudan giriş yapmaya çalışalım.
Türkiye’de sosyalist mücadelenin örgütlü ve kararlı kadroları vardır. Bir de onların çevresindeki “ilk halka” diyebileceğimiz, genel olarak “solculuğun” ötesinde içtenlikle sosyalist olan ve sosyalizmi isteyen insanlar… Bu insanların bir bölümü sosyalist mücadelede geçmiş deneyime sahiptir, bir bölümü ise yenidir… Aralarında aydınlar da vardır öncü işçiler de…
Sorun ise şuradadır: Sosyalist mücadelenin örgütlü ve kararlı kadrolarının çok net oldukları ve gerekli saydıkları ayrılıklar (“bölünmüşlük” durumu); çevredeki insanlara fazla şey ifade etmemekte, bu duruma pek anlam verilememektedir.
Bir sorundur ve çözümü kolay olmasa bile üzerinde durulması gerekmektedir.
***
Çözüm yolunda, her iki tarafın da “normal” sayıp kabul etmesi gereken kimi gerçekler vardır.
Önce ikinci tarafa, yani mevcut duruma anlam veremeyenlere bakalım.
Çok basit bir gerçek olmasına rağmen pek dikkate alınmayan nokta şudur: Bir düzen olarak kapitalizm, eski toplumun bağrında kendiliğinden, nesnel süreçler sonucunda doğup gelişir ve yerleşiklik kazanır. Eski toplumda aydınlar, yeni gelişen sermaye ve işçi sınıfları, “daha ileri” bir toplum düzeni olarak kapitalizme nasıl, hangi yollardan geçilebileceğine ilişkin tartışma süreçleri yaşamazlar, yaşamamışlardır.
Kapitalizm “geldiğinde”, herhangi bir tartışma sürecinin ulaştığı şu ya da bu sonuç üzerine gelmez, kendi nesnel dinamikleri ve gelişim çizgisi neyse ona göre gelir.
Kapitalizmden sosyalizme geçiş ise böyle değildir.
Yeni bir düzen olarak sosyalizm, kapitalist toplum içinde boy atmaz; ama bu yeni düzene ilişkin fikirler özellikle aydınlar arasında gelişir, şu ya da bu ölçüde yaygınlık kazanır. Nesnel süreçlerin kapitalist bir toplumda yerleştiremeyeceği sosyalizm böyle bir ortamda aydınlar tarafından benimseniyorsa tartışmalar ve ayrılıklar da kaçınılmaz olur.
“(Sosyalizmin) kendisi gelmediğine ve gelemeyeceğine göre biz nasıl, hangi yollardan getireceğiz” tartışmasıdır bu…
Normaldir ve belirli bir noktaya kadar, sosyalizmi isteyen, ama “ayrılıkları bir türlü anlayamayan” kesimler tarafından da kabul edilmesi gerekir.
***
İşin normalinden söz ettik ve “belirli bir noktaya kadar” dedik.
O zaman, sosyalist mücadelenin örgütlü ve kararlı kadrolarına da bakalım: Bir yere kadar anlaşılabilir, ama daha ötesinin de “normal”, “gerekli” ya da “kaçınılmaz” sayılması mı gerekiyor? Yani bugün görülen “bölünmüşlük” durumunun “normal” ve “kabul edilebilir” olanın ötesine geçen yanları yok mudur?
Bizce vardır.
Vardır ve olmasının temel nedenlerinden biri, ülkede örgütlü ve kararlı kadroların düşünce ve eylem dünyasını da etkileyip belirli ölçülerde “sadeleştirecek” güçte bir sınıf hareketinin bugün olmayışıdır.
Ancak, yalnızca bunu söyleyip orada kalırsak yasak savmış oluruz.
Bizce daha ötesi de vardır.
Daha ötesi: 1) şu ya da bu mirasın, belirli bir “kökenin” ve/ya da 2) hâlihazırdaki örgütün, güncel ihtiyaçlara ve zorunluluklara baskın çıkacak şekilde yüceltilmesi (belki de “fetişleştirilmesi”) ve her tür boşluğu doldurabilecek yeterlilikte bir varlık (asset) gibi görülmesidir
Yukarıdakilerden ilkine “köken zıtlaşmasını geride bırakma”, ikincisine de “önce siyasal, sonra örgütsel bağlanma” gibi başlıklar altında değinmiş olduğumuzdan şimdilik burada bırakıyoruz.
***
Çözümün kolay olmadığını söylemiştik.
Bir ihtimal, ülkede bundan böyle yaşanacak süreçlerin bir noktada bizi “normal” sayılabilecek olana zorlaması, bunu dayatmasıdır; ne var ki bu dayatıcı noktaya gelindiğinde iş işten geçmiş de olabilir.
En iyisi, sosyalist hareketin bugünkü öznelerinin kolaycılığa düşmeden ve çıtayı aşırı yüksek tutmadan durumu normale çevirmenin zeminleri ve yolları üzerinde tartışmaya başlamasıdır.