Bizim bahtiyârlık mevzumuz: Sosyalizm bizi kurtarır mı?

Büyük şair Nazım Hikmet’in “Sosyalizm, yani şu demek ki dayı kızı” şiirini bilirsiniz. Şair, sosyalizmden “bahtiyarlığın yurttaşlık ödevi” olduğu bir düzen olarak bahseder. Demek ki bahtiyarlığımız ile kurtuluşumuz (sosyalizm) arasında bir bağ var.

Evet, bizi mutsuz eden, kurtulmayı arzu ettiğimiz eziyetlerin, aşağılanmaların, yoksullukların, yabancılaşmaların bin bir surat hallerine bakmak ve “kurtuluşumuz” üzerine düşünmek durumundayız.

Kurtuluşumuz, anayasa metinlerine, yasalara, planlara, iktidar programlarına sığmayan dallı budaklı bir konu. Biraz asi bir edayla “kitapta, yasada, programda yazmaz” denilecek devasa bir “bahtiyarlık” mevzumuz var bizim.

Konu “kurtuluş tartışması” ise, “ne kadarı yazıyor, ne kadarı yazmıyor” demeden, kurtulmayı arzuladığımız şeylerden bahsedelim.

Kurtuluşumuz, kötü sevgiliyi, istemediğimiz ilişkiler yaşamayı bırakmak örneğin. Pazar sabahı serpme kahvaltılarını da mutsuz evlilikleri de reddetmek bir anlamda.

“Erkek onayı”ndan, sürekli güzel görünmeye çalışmaktan vazgeçmek kurtuluşumuz.

Kırışıklarımızdan, kilolarımızdan utanmadığımız bir günün gelmesi.

Kurtuluşumuz; ne iş, ne yol, ne çare bulamayıp, soğuk yataklarda bedenimizi teslim etmekten kurtulmamız.

Tacizin, şiddetin, arzularımıza, benliğimize hükmeden aşağılanmalarının son bulması kurtulmak istediğimiz şey. 

Kurtulmaksa, her konunun uzmanı “bay bilgiçlerin”  kazandığı bir dünyadan kurtulmak olmalı. Kadın olduğumuz için sözümüzün daha az ciddiye alınmasından, yazımızın, eserimizin, birikimimizin küçümsenir olmasından kurtulmak.

Daha az ücret almaktan, daha kolay işten çıkarılmaktan kurtulmak.

“Mükemmel anne” olmaya çalışmaktan, evi çekip çevirsek de kimseye yaranamamaktan da kurtulmak mümkünse.

Tüm bu mutlu olma ve kurtuluş hallerini bir kefeye koymak zor. Zira burada başlı başına bir sorunsal var: “Kadının kurtuluşu”

O halde temel bir tez ile devam edelim.

Kadının Kurtuluşunun Önkoşulu Sosyalizmdir

Tam konuyu böyle bağlayabiliriz ama bazı önemli eleştiriler var. Sözgelimi “önkoşul sosyalizm” tezi, bir tür ertelemeciliği, “siyaset kaçkınlığını” davet edebilir.

Topu taca atan, “hele bir sosyalizm gelsin” diyen için bugünün toplumundaki egemen algı deformasyonları; arzularımıza, benliğimize, hayatlarımıza uzanan tüm o eşitsizlikler, aşağılamalar, devrimden önce kenarda bekleyecektir.

Oysaki yukarıda sıraladığımız bin bir çeşit kurtuluş arzuları, açık ki süreklileşmiş bir mücadeleyi, “bugünden yarına” birikimler yaratmayı, kazanımlar elde etmeyi gerektirecektir.

Dahası, dinin hakimiyetiyle, cinsiyetçi dil-örüntülerle kavga gibi kültürel yatırımlar başta olmak üzere ataerkiyle mücadele, kurtuluşumuz olan devrime çok daha ileri bir noktadan başlamak avantajını sağlayacaktır. (Bilinen bir şeydir ama Ekim Devrimi doğuda, yoksullukla uğraştığı kadar, başlık parası ve İslami erkek çokeşliliği ile uğraşmıştır. Ataerkil kültüre karşı bakım emeğini, ev işini toplumsallaştırmanın yollarını aramıştır. )

Diğer yandan “hele bir sosyalizm gelsinci” yaklaşımın naifliğini görmemek elde değil. Bir yerden gelmesi gereken o sosyalizm geldiğinde, artık karşı komşunuza gıcık olmayacak, aşk acısı çekmeyecek ve günde iki pakete çıkardığınız sigarayı bırakacaksınız. Erken boşalma olmayacağı gibi, daha fazla orgazm olacaksınız. Abarttığımızı düşünenler linkteki makaleye bakabilir (1)

Tekrar eleştirilere dönelim.

 “Önkoşul sosyalizm” tezine ilişkin eleştiriler yalnızca “ertelemecilik” ya da ütopyacı-naif beklentilerle ilgili değildir. Sonuçta ortada reel sosyalizm deneyimleri var.

Evet yüz yıl önce, kilise nikahının, başlık parasının yasaklandığı, kadının evlilikte isterse kendi soyadını taşıyabildiği, boşanmanın tek taraflı başvuruyla kolaylaştırıldığı, kadınların seçme-seçilme hakkını tanıyan, eğitim ve istihdam dâhil yaşamın her alanında kadınlara erkeklerle eşit haklar sunan, kürtajın yasal, kısıtsız, ücretsiz olarak yapılabildiği, gayrimeşruluk ilkesini lağvetmiş bir devrim var.

Ama aynı devrimin tam bir geriye düşme olarak, çok çocuk doğurana “kahraman annelik” ünvanı vermesi de kürtajı yasaklaması da var. Bunları tereddütsüz eleştirelim.

Ancak ilginç olan bu tartışmanın henüz daha giriş aşamasında bile kendini “sosyalizmin yapamadıklarıyla” ortaya koymasıdır. Tam da burada reel sosyalizme dönük eleştiri öyle hâkim bir ton kazanmıştır ki bu kez “kurtuluş olarak sosyalizm” fikri büsbütün kenara itilmiştir.

Oysaki reel sosyalizm uygulamalarının ataerkiyi ortadan kaldıramadığı, zaafları ve sorunları olduğu ne kadar doğru ise, sosyalizmin “kadının kurtuluşunun” önkoşulu olduğu o kadar doğrudur. Ve ilkine yapılan vurgu ikincisini geçersiz kılmamalıdır.

“Kadının kurtuluşunun önkoşulu sosyalizmdir” fikrinde ısrar ediyoruz. Bizim bahtiyarlık mevzumuz budur.

Çünkü reel sosyalizm pratiklerinde olduğu gibi ancak üretim araçları mülkiyetinin toplumsallaştığı, kapitalist piyasa ilişkileri tarafından bin bir çeşit eşitsizlikle kuşatılmamış bir toplumda kadın için daha ileri mevziler gündeme gelebilir.

İşsizliğin, yoksulluğun, konutsuzluğun, eğitimsizliğin, sağlıksızlığın olduğu koşullarda, üstelik de kadınların payına bunlar çok daha fazla düşerken toplumsal cinsiyet eşitsizliği nasıl lağvedilebilir?

Formüle etmek gerekirse, kadın mücadelesinde süreklilik fikrini (güncel mücadele) akamete uğratmayacak radikal bir kopuşçuluk (sosyalist devrim hedefi) ve kopuşu bir tramplene dönüştürecek süreklilik (reel sosyalizmin dersleri, devrimden sonra ataerkiyle gözü kara mücadele) kurtuluşun ana hattı olacaktır.

Ve son olarak, eleştirinin eleştirisi mümkündür. Yani “önkoşul sosyalizm” fikrini eleştirenlerin, erkek egemenliğini yok etmek için hangi maddi dönüşüme, nasıl bir programla, hangi güçleri kullanarak ulaşmayı düşündüklerini açıklaması gerekir.

1-https://www.nytimes.com/2017/08/12/opinion/why-women-had-better-sex-under-socialism.html