Bize bir Ekim lazım!

Tarihin garip halleri var. 

Zaman olur, bir soru ortaya atılır ve o soruya yanıt yüzyıllar sonra gelir.

Zaman olur, bu defa bir yanıt ortaya atılır; ancak o yanıtın hangi soruya ait olduğu sonradan belli olur.

Yanıt, ait olduğu soruyla bütünleşmek için tarihin içinde seyreder durur, biçimden biçime girer, bazen parlar bazen gizlenir.

Ama gün gelir, mutlaka gelir, o yanıtın hangi soruya ait olduğu ortaya çıkar.

Soruyu taşıyanlar, yanıtın yıllarca geriden geldiğini, yanıtın çoktan verilmiş olduğunu, yanıtın onu dillendirecek olanları beklediğini fark eder.

101. yaşını kutladığımız Ekim Devrimi böyle bir yanıttır.

101 yıl önce Rus işçi ve köylülerinin sorduğu soruya olduğu kadar, hatta ondan daha çok, bugüne aittir; dünya işçilerinin ve yoksullarının karşı karşıya olduğu vahşi saldırıdan kurtuluşun yolunu arayanlara 101 yıl önce verilmiş bir yanıttır.

***

Ekim Devrimi’ni kutlamak yetmez.

Ekim Devrimi’nin kutlanmasına, tarihten gelip bugüne uzanan keskin bir bilincin ve pratiğin eşlik etmesi kaçınılmaz.

Aksi, yani Ekim’i kutlamakla sınırlı bir “nostaljik” performans, Ekim’den başka kutlayacak devrim yaratamaz.

Demek ki, Ekim, bir yandan göğsümüzü kabartan ve umudumuzu yeşerten kolektif hafızamız olarak kutlanacak, öte yandan ise Ekim’deki bilinç, irade, cüret ve kararlılık bugüne doğru çekiştirilecek. 

Ekim, her noktasından günümüze, bizim ülkemize, bizim gündelik mücadelemize doğru uzatılacak. Ekim, tarihin içinde bir uğrak olarak değil, tarih boyu dirimini korumuş bir yanıt olarak bugünün sorularına ulanacak. 1917’nin Ekim’inden, şimdinin, bugünün Ekim’i doğurulacak.

***

Çok mu zor? Ya da bir hayal mi?

Nasıl öyle olabilir ki?

Bir kere, Ekim’i yaratanlar, büyük ve kutsal kahramanlar değil, çoğu aç, yoksul, işsiz, itilip kakılmış, bir köşeye atılmış emekçiler. Çöken, çökerken de tüm ülkeyi derin bir bataklığın içine doğru sürükleyen sömürü düzeni Ekim’de bu halk tarafından alaşağı edildi. İçlerinde büyük sanatçılar, düşünürler, aydınlar ve tabi ki devrimciler de vardı, ancak Rus gericiliğinin kökünü kazımak en başta bu perişan emekçi halkın, yoksul köylülerin, bitap askerlerin eseriydi. 

Bolşevikler de bu manzaraya aykırılık oluşturmuyorlardı. En derin entelektüel birikimi en zorlu yaşam şartları ile buluşturmuş, zaman ve enerjilerinin neredeyse tümünü devrim mücadelesine ayırmış, kendilerini gösterişten ve kibirden en uzak noktaya yerleştirmişlerdi. Moskova’nın, Petersburg’un, Rus kasaba ve köylerinin yoksul halkıyla yan yana ve omuz omuza olabilen Bolşevik devrimci tipi, sadece edebiyatın ürünü değil, gerçek yaşamın yansımasıydı.

Velhasıl, Ekim Devrimi’ni sırtlanan işçiler ve devrimciler, bizim kadar yoksul, fedakar ve inançlıydı. 

Ne tanrısal bir kudrete ne de dehaya sahiptiler. 

Ekim’in bizim topraklarımıza taşınmasını kolaylaştıran bir husus daha var, ki burası her geçen gün önem kazanıyor: 1917’ye geldiğimizde Rusya, bir uçurumun kenarına tutunmuş çaresiz bir toplumdu. Ülke ya işçilerin ve yoksul köylülerin kanını emerek, durduğu yerde çürüyerek yok olacak ya da kendini en çevik sıçrayışla ileriye atıp düşmek üzere olduğu uçurumdan kurtulacaktı. 

Deyim yerindeyse, Rusya, çağın tüm gerici ve ilerici güçlerinin, karanlık ve aydınlık tarafların, haklı ile haksızın, meşru ile gayrimeşrunun burun buruna geldiği bir dönemden geçmekteydi. 

Sosyalizm, geniş halk kitleleri için gerçek bir seçenek haline, işte bu zorunluluk içinde gelebilmişti.

1917’nin Ekim’inde ayaklanıp, iktidara el koyan işçiler, köylüler, kadınlar, askerler ve devrimciler, tarihin tam da bu kavşak noktasında ipleri eline almış oldular.

Ekim’in emekçi halkı, yalnızca kendi yaşamlarını değil, ülkelerinin kaderini de kurtarmış oldular. 

***

Şimdi gelelim soruya; hani şu yanıtı zaten verilmiş olan soruya: Bizim kurtuluşumuz nasıl olacak?

Türkiye’nin, bizim ülkemizin kurtuluşu, başımıza musallat olmuş gerici ve sömürücü iktidara direnen, güçlenen, biriktiren emekçi halkımızın elleriyle gelecektir.

Bu çürümüş iktidar elbet yıkılacaktır; ancak kurtuluş bu iktidarı halk yıkarsa mümkün olacaktır yalnızca.

Rusya’da ayaklanan halk, bir araya gelmiş işçi ve emekçilerin gücünün karşısında hiçbir şeyin duramayacağını nasıl göstermişse, bizde de el ele vermiş emekçilere hiçbir şeyin boyun eğdiremeyeceği görülecektir.

İşte sorunun yanıtı burada parlamakta, kendini dayatmaktadır.

Ekim, dört koldan bize, bugüne, ülkemize doğru uzanmaktadır.