Herkes kendi öfkesinin içinde yükselip, düşüyor ve derinlerde birikip zaman zaman açığa çıkan bu öfke, hem iktidarın, hem de ana muhalefetin ıslah politikalarıyla bir ayarda tutuluyor. Her iki taraf da o öfkeye talip. Her ikisi de kontrol altında tutup, kullanılabilir kılmak istiyor. “Gidecekler” söylemiyle kontrol altına çekilen öfke ile, “bizi devirmek istiyorlar” etrafında toplanan öfke ne zaman karşı karşıya gelse, “devletin bekası” uzlaşısı devreye giriyor ve kurulu sistemi tehlikeye sokmayacak bir noktada dengeye oturtuluyor.
Ne kadar kontrol altında tutulabilir sorusunun cevabı ise kaybettiklerimizin içinde bulunuyor. Öfkenin ve isyanın yıkamadığı, kazanıma dönüştüremediği ne varsa, gücün elinde bir sopaya dönüşmesi kaçınılmaz oluyor ve güç, ayakta kalmış olmanın tüm avantajını, şiddete dönüştürerek, karşısındakinin yenilgisini, ağır bir prangaya çeviriyor. İşte biz Gezi’den bugüne, bu ağır prangadan kurtulmaya çalışıyoruz. Bundan kurtulma çabamız izleniyor, görülüyor, zaman zaman küçük yoklamalarla sınanıyor ve en önemlisi, yoklamalardan çıkan sessizlik, pervasızlıkta biraz daha el yükseltmeleri için cesarete dönüşüyor. Bu cesaretlerinin sahibi hem korkuları, hem de ne yaparlarsa yapsınlar, güçlü bir karşı koyuşa dönüşmeyen itirazların varlığından geliyor.
Umutlara, hayallere ve gelecek düşüne el koymanın, büyük bir umut kırımı yarattığını bilen deneyimleri, sadece sopayı değil, sopayı tutan elin devlete ait olduğunu da hissettirerek sallıyor yumruğunu.
Her şeyden nefret eden bir iktidar olmanın en büyük avantajı, şiddeti kendisine meşru görmesidir. Bu meşrulaştırma, kendisinin nefret ettiklerini “düşman” olarak hedefe koyup, yok etmeye toplu yemin toplamakta, onu organize etmekte ve bunu başardıkça, daha fazlasına bilenmektedir.
İktidar, hep taarruz içinde ve yarın fırtına kopacakmış gibi hazırlık yapıyor, nefes aldırmamanın, aman vermemenin kontra siyasetini böyle hâkim kılıyor ve böyle kazanıyor. Bu, gücü elinde tutanın iktidar bilincidir aynı zamanda. Aman vermemeye yeminli bir yönetme bilinci, tüm toplumu esir almaya yönelik terörünü uygularken, bu yüzden hiç çekinmemektedir.
Adaletsizliğin, yağmanın, talanın, yoksulluğun bu kadar görünür olduğu, iktidar terörünün herkese musallat olduğu ve biriken öfkelerin bedenlerini ateşe vererek tutuşturduğu, emekçilerin karın tokluğuna çalıştırıldığı, çaresizliğin insanı ensesinden yakalayıp yumruğunu sıktığı bir yerde, “gidecekler” diyenlerin umut sömürüsüne, eğer hayatı teslim eder ve kendimize bunu yedirirsek, bu ayıp hep omuzlarımızda ağırlığını hissettirecek.
Bu ağırlığı taşımaktan kurtulmanın yolu ise, yeni bir yol açmaktan, o yolu alternatif olarak kurmaktan geçiyor. Siyaset yapma becerisini ortaklaştırabildiğimiz ve öz güveni, toplumun dinamik kesimlerinde dalga etkisiyle yayacak şekilde ortaya koyduğumuz ve güç olabileceğimizi gösterdiğimiz oranda, cesaret ortaklaşacaktır.
İktidar, kadından nefret ediyor, doğadan, börtü böcekten, ağaçtan, kuştan, köpekten, kediden, eşcinselden, dereden, akan sudan, aşktan, sevgiden, parktan, zarafetten, sanattan, görgüden, gerçekten, hakikatten, itirazdan, sesten, seslerden, göz temasından, yüzleşmekten, farklı olandan, farklı görünenden, farklı düşününden, yan yana gelenden, hak, hukuk diyenden, dert edinenden, hemhal olandan, özgürce yazan, ifade edenden, açık olandan ve en çok sözünü gücün karşısında kurmaktan çekinmeyenden…
Onların nefret ettiği her şey, bizim gücümüzü ve ortak geleceğimizi oluşturuyor. Nefretlerinin her gün daha da büyüyen çeperi, yan yana gelebileceklerimizi de işaret ediyor ve cümlemizi, sözümüzü kuracağımız yeri gösteriyor.
Bu nefretin sahiplerine karşı, “naif” olmayı, bir politika veya bir duruş olarak kim önerdiyse, ya iktidarın parçası, ya da yancısı olmaya nasıl dönüştü gördük. Kimliksiz, kemiksiz olmanın ederi vardı ve iktidar tarafından ederleri peşin ödendi. Bugün tiksintiyle baktığımız tüm o görüntüler, aşağıya güç yemlemesi yapıldı. Kendi kötücül, vahşi politikalarının yanında sıraya girenlerden, başını eğenlerden aldıkları icazet görüntülerini , “yıkılmaz” duygusunu güçlendirmek için, lümpen takımın yüreğine serpenler, bunun yan etkisinin üzerinden atladılar.
Omurgasını iktidarın önüne atanların, başını eğip, vıcık vıcık dizilenlerin görüntüleri, yokluk, yoksulluk büyüdükçe, adaletsizlik ve gelir uçurumu derinleştikçe, daha fazla öfkeye, tiksintiye ve küfre dönüştü, dönüşüyor.
Ve en önemlisi, dik duranların sözü, cümlesi ve avazı daha çok bulut topluyor. Kimse görmüyor, duymuyor değil elbet ama duyulanın ve görünenin çarpan etkisi yapması, şartların ona sunduğu kadardır her zaman.
Şimdi o zamandayız.
Sözünün, cümlesinin bedelini ödemiş, bilimsel düşüncenin onurunu korumuş, iktidarın nimetlerine tenezzül etmemiş olanların bir arada durduğu, sözlerinin karşılık bulduğu, geleceğe dair kaygısı olan milyonların, kendi gücünün farkına varacağı ve hepimizi büyüteceği, olgunlaştıracağı ve en önemlisi, sol söylemlerin kitlelerle bulaşacağı bir zamandayız.
Bizden yana, geniş bir alan açan zamana cevap vermeliyiz ki tik takların atışına uyum sağlayabilelim.