Hayat bir kez yaşanmaz, çok kez yaşanır. Düşüp sonra doğrulduğumuz her yerde yeniden başlayandır aslında. Yenilirsiniz, yenildiğiniz yerden kalkıp yeniden başlarsınız.
Kırılır duygularınız, kırılanları toplar onarır tekrar başlarsınız.
Hayat ve mücadelenin ilk kuralıdır ayağa kalkmak, kendini yaratmak. Mücadelenin, “olmaz” denileni “olur” kılmasındaki gücün kalbi, belki de tam burasıdır.
Bu kalbin attığı her yerde, hayat kendini yeniden ve yeniden var eder. Büyük teorilerin, iri cümlelerin mekânı değildir bu alan.
Hakiki olanın, hakikatin yanında duranın ve onu yaşatmayı dert edinenlerin yoldaşlığı, birbirine sımsıkı sarılması bu yüzden sıcak izler bırakır. O iz birilerinin peşinden gelmesini, birilerinin kendini takip etmesini, taklit etmesini istemez.
Hakiki olanın buna ihtiyacı olmaz çünkü.
Kendine benzeştirmeye çalışmaz, benzeşenin egosu yıkıcıdır.
Tahakküm kurmaz, tahakküm ortaklaşmanın zehridir.
Birilerinin iki dudağı arasına, ağzına bakarak yaşayanların büyüttüğü kötülük en korkunç olanıdır. Biliyoruz, gördük, yaşıyoruz işte.
Güce tapınarak, onunla benzeşerek yaşayanların avuçlarında, kestikleri etimiz ve parçaladıkları kalplerimiz var. Canavarı doyurmazlarsa, kendilerini yiyeceğini bildiklerinden kıyıyorlar canlarımıza.
En çaresiz, en korunaksız olanlardan seçiyorlar önce. Sığınmacılara geçiriyorlar tırnaklarını. Kadınların canına yapışıyorlar, çocukların masumiyetine.
Çığlıklar yükseliyor artık sokaklardan, mahallelerden. Çığlıklar duvarlarımıza çarpıp döndükçe, bir beden daha sürükleniyor karanlık bir köşeye!
O karanlık köşe biziz. Hepimizi birer karanlık kuytu haline getirdikçe kazanıyorlar.
Çoğul sessizliğimizden, bahanelerimizden yükseliyorlar.
“Ne yapabiliriz ki” diyerek olan biteni sıradanlaştıran, “okumuyorum, bakmıyorum, negatif şeyleri ruhuma, bedenime yüklemiyorum” diyerek kurulduğumuz o düzen, kaçımızın katilidir kim bilir.
Her şey olup bittikten sonra, baş başa kalıyoruz işte.
Her şey gözümüzün önünde yaşanıyor ve hiçbir şey olmayacağının sözünü verenlerin ikiyüzlülüğünde yeni çığlıklar gömülüyor.
Ne acıdır ki en önde koşturanlar, en yalnız olduklarını bilenlerdir ve evet eğer bugün cümle kurabiliyor, itiraz edebiliyorsak, hakikati bağıran “yalnızlar” sayesindedir.
Çünkü mesele kalabalık olmakla ilgili değil, göze almak ile ilgilidir hep.
Belki de tutunmamız gereken bu inat etme halidir.
İnat edenlerle beraber inat etmek, sözünü ortaya koyanlarla dayanışmak, her türlü baskıya rağmen kelimesini, cümlesini eğip, bükmeyenlerle, “dengeler” diyerek sineye çekmeyenlerle, alkışlara kapaklanmayanlarla bir arada durmak, günümüz Türkiye’sinden temiz çıkabilmenin tek yoludur.
Eğer birbirimizi koruyamazsak, yarına dair kurabileceğimiz cümlelerimiz o kadar çok azalacak ve göze görünmez yapılacak ki, hepimiz bir yalanı yaşamak zorunda kalacak ve onu gerçekmiş gibi kabul ederek, hayatlarımızı güce kurban edeceğiz.
Unutmayalım ki felaketin en büyüğü insanlıktan çıkmaktır ve o kötünün elinde bir cellada dönüşür.
Kendi hayatlarının iradesini eline alamayanlar, her zaman iradelerini bir hırsıza kaptırırlar. Bugün o hırsız iktidar olur, yarın muhalefet –miş gibi yapanlar.
Yeni bir hayat düşü kuruyorsak eğer, en önce kendi irademizi hırsızların elinden kurtarmalıyız.
Birlikte kazanmanın yolu buradan geçiyordur belki de.