Okurdan biraz sabır rica ediyoruz; çünkü önce “teorik modeli” hatırlatmak zorundayız…
Bilinen (ya da bilindiği varsayılan) bu model, temel ve üstyapılar alanından oluşur. Temelde, üretici güçler ve üretim ilişkilerini birlikte ifade eden üretim tarzı yer alır. Burası, aynı zamanda temel çelişkinin alanıdır. Bundan sonrasına ya da “yukarısına” üstyapılar alanı diyoruz. Bu alanda devleti, siyaseti, ideolojileri, kültürü, hukuku, normları, kimlikleri ve belirli bir toplumsal formasyona özgü “tarihsel geçmiş algısını” buluruz.
Yukarıda sıraladıklarımızdan devlet ve siyaset, üstyapılar alanında olmakla birlikte temele daha yakın durur; temeldeki dinamiklerle ilişkisi görece daha doğrudandır. Buna karşılık üstyapıdaki diğer alanların temelle ilişkisi daha “dolaylıdır” ya da öyle görünür/görülür.
Bu toplu durumda, temele daha yakın duran, onu görece daha doğrudan yansıtan egemen siyaset ve devlet, kendini gizlemek, başka türlü göstermek için üstyapının temele daha uzak duran alanlarına “sığınmak”, sanki temelle hiçbir ilişkisi yokmuş gibi kendini bu uzak alanlarda “var etmek” ve “yeniden üretmek” zorundadır.
Model bu haliyle kabul edilse bile, aynı durumun mevcut düzeni değiştirmek isteyen sosyalist muhalefete yansıyan yanları da olduğunu görmek gerekir. Özellikle Lenin’den bu yana biliyoruz ki kendini üstyapılar alanındaki oluşumlardan ve çelişkilerden soyutlayan, sadece ve sadece temeldeki dinamiklere odaklanan bir siyasal özne “ekonomizm” hastalığına yakalanacak, radikal bir siyasal dönüşüm (devrim) perspektifinin uzağına düşecektir.
“Teorik model” bu kadardı; buraya kadar geldiyseniz sabrınız için teşekkürler…
***
Türkiye’nin bugün geldiği nokta itibarıyla yukarıdaki modele biraz daha farklı bir gözle bakılması gerektiği kanısındayız.
Bu önerinin iki temel nedeni var.
Bunlardan birincisi, bugünkü Türkiye’de üstyapılar alanının oradan yürümeyi aşırı güçleştiren çarpıklıklar ve kirlenmelerle belirlenmiş olmasıdır. Bu çarpıklıkları ve kirlenmeleri yaratan, siyasetin ve devletin, aslında apaçık ortada olan bağlanmasını gizleyebilmek için ideoloji, kültür, normlar, kimlikler, hukuk ve “tarihsel geçmiş algısına” daha fazla sığınır, “bekasını” tamamen orada arar hale gelmesidir. İşin ilginç yanı ise bir yerlere sığınıp kendini gizleme zorunluluğu duyan egemen siyasetin ve devletin, bu sığınma alanlarında hem “liberal” hem de “ulusalcı” duyarlılıklara oynama imkanları bulabilmesidir.
Daha açık söylersek, örneğin bu ülkede dinine bağlı sıradan insanların on yıllarca “zulüm gördüğüne” ve “ikinci sınıf vatandaş” sayıldığına iddia sahiplerinin dışında “muhalif” kesimlerin de inanabilmesi; mevcut iktidara ve rejime tek söz söylemeden sabah akşam Canan Kaftancıoğlu ve Osman Kavala gibi insanlarla uğraşmanın bir tür siyaset sayılabilmesi; “bölücülük”, “terörizm”, “darbecilik” gibi tanımların her durumda ve koşulda geçer akçe olabilmesi, vb. sözünü ettiğimiz çarpıklıkların ve kirlenmişliğin akla ilk gelen örnekleri arasındadır.
“Başka bir yeri” esas alan, oradan gelecek müdahaleler olmadan, üstyapının bu alanlarında bir sadeleşmeye ve netliğe ulaşılması, sadece bu kirlenmiş alana yoğunlaşarak bir yerlere varılması mümkün görünmemektedir.
“Başka bir yer” temelin kendisidir; buradaki çelişkinin, insanların gündelik yaşamlarında hissettikleri ve deneyimledikleri tezahürleridir.
Önerimizin ikinci temel nedenine geçebiliriz.
***
Türkiye kapitalizminin, ama kendi kaynaklarıyla, ama dışardan gelecek kaynaklarla kendini daha ileri bir aşamada yenileme, yapısal ve kalıcı hale gelmiş sorunlarını elverişli denebilecek konjonktürlerle geride bırakma imkanları kalmamıştır.
Bu durum, “yedek sanayi ordusunun” ya da “göreli fazla nüfusun” daha fazla şişmesiyle birlikte yaygınlaşan işsizlik, çalışabilenler için düşük ücret, yoksullaşma ve dışlanma demektir. Tekrar vurguluyoruz: Dünyadaki ekonomik konjonktürün düzelmesiyle, pandeminin atlatılmasıyla, bilmem nerede doğal gaz bulunmasıyla, ekonominin yönetimine şunun ya da bunun gelmesiyle, vb. üstesinden gelinebilecek bir durum değildir.
Türkiye kapitalizmi, hoşnutsuzlukları ve hoşnutsuzları temeldeki kaynaklarla “satın alma” imkanlarını yitirdikçe üstyapı alanlardaki “saptırma” imkanlarına daha fazla başvuracaktır ve bugün tam da bunu yapmaktadır.
Bu oyunun bozulması ise, doğrudan doğruya temeldeki gerçeklerin ve oradan kaynaklanan sorunların üstyapı alanlarına sürekli sokulmasını, bu alanlarda daha görünür hale getirilmesini, safların belirlenmesinde turnusol kağıdı gibi kullanılmasını gerektirmektedir.