Geçenlerde (12 Eylül) İrfan Aktan’ın Duvar’da çıkan bir yazısına Gün Zileli kendi sitesinden yanıt verdi. Tartışma, Nuray Mert’in son yazılarından biriyle ilgiliydi. Konu da “bir aydının Kürt meselesi konusundaki tutumu” şeklinde özetlenebilir.
Burada iki tartışmacının söylediklerinin dışında konuya belirli bir açıdan yaklaşmaya çalışacağız. Konu, “aydın” tanımını hak eden herhangi bir kişinin dünyada ve ülkede yaşananlara yaklaşımıyla ilgilidir. “Bağlanma”, “angajman”, “sahiplenme”, “karşı çıkma”, “destekleme” gibi çeşitli tutumlarla birlikte…
Hemen belirtmek gerekirse, burada herhangi bir siyasal yapılanmaya üyeliği ya da bağlılığı olmayan, bu anlamda “bağımsız” aydından söz edeceğiz.
48 yıldır hiç içinde bulunmadığımız bir konum olduğundan zorlanabiliriz.
Umarız anlayışla karşılanır.
***
Bir ayrım çizgisiyle başlayalım: Bağımsız bir aydın için birincil, giderek asıl belirleyici sorunsal, gündemdeki başat bir olgu ya da durumdur. Birincil diyoruz; çünkü gündemdeki olgunun siyasal tarafı ya da temsilcisi o aydın için hep ikinci plandadır.
Ayrım çizgisi budur.
İyi midir kötü müdür, böyle olmalı mı olmamalı mı tartışmaları ayrıdır. İnsanlar çıkıp “Böyle dışardan olmaz, sen de gel saflarımıza katıl, örgütlen” diyebilirler. Ama ayrı bir tartışmanın konusudur ve başta dediğimiz gibi burada “bağımsız aydın” konumunu veri alıyoruz.
O zaman tekrar edelim: Bağımsız aydının “sahiplenmesi”, “desteği”, “ bağlanması” vb. bir siyasal taraf ya da temsilciden önce ve bunlardan bağımsız biçimde, doğrudan doğruya olgunun ya da durumun kendisiyle ilgilidir. Bağımsız aydın, kendini böyle “kurar” ve daha öte bir tercihte bulunmadığı sürece hep böyle kalır.
Bu durumda, örneğin Kürt halkının ezildiğini, varlığının inkâr edildiğini, mağdur ve madun olduğunu düşünen, bu konuda sözünü söyleyen bir aydın, belirli bir sorunu sahiplenmiş demektir. Bir sahiplenmedir; ama tam karşılığıyla “siyasal angajman” değildir.
“Mutlaka onun da olması gerekir” deniyorsa, ayrı bir tartışma konusudur; ama “gerekli sayılanın” Kürt halkının ne kadar hayrına olacağı kuşkuludur…
Çünkü sorunun kendisi ile onun siyasal düzlemde temsili arasındaki açı büyüdüğünde, “içeridekilerin” yaşayabilecekleri düş kırıklıkları, “dışardan bakanların” duruma göre eleştirel de olabilecek yaklaşımlarından daha yıpratıcı ve aşındırıcı olabilir.
***
Sadece ulusal sorun mu, Kürt meselesi mi?
Kuşkusuz böyle değildir.
Bugün Türkiye’de, işçi sınıfının tarihsel misyonuna inandığından, sosyalizmi nihai kurtuluş olarak gördüğünden hiç kuşku duyulamayacak, ancak herhangi bir sosyalist örgüte üye olmayan birçok aydın vardır.
Onlar da bir sorunu sahiplenmekle bir örgüte bağlanma arasında ayrım çizgisi çekmişlerdir.
Soru ise şudur: Örgütlü sosyalistler bu aydınları örgütsüz oldukları için en ağırından “kaytarıcı”, “fildişi kuleci”, en hafifinden ise “yarım”, “eksik” sayıp bir kenara mı itmeli yoksa çeşitli forumlarda kapsayıp görüş, öneri ve eleştirilerinden yararlanmaya mı çalışmalı?
Aynı soru, Kürt siyaseti bağlamında da geçerlidir.
***
Elbette ne sosyalistler ne de Kürt siyasetçiler işportacıdır.
Ancak, işportacılıktan hareketle bir benzetme yaparsak, kimi işportacıların yaptıkları işi tersinden yapmaya çalışmanın bir yararı olmayacaktır.
Sattıkları bir malı alana yanında şu kadar malı bedava vereceklerini söyleyen işportacılar vardır.
Bu işin tersini deneyip bedava verilen bir malın ardından insana şu kadar daha malı zorla satmaya çalışmanın âlemi yoktur.
***
Bütün bunları, sadece Kürt sorunu bağlamında söylediğimiz sanılmasın.
70 yılı aşkın bir süreyle “bizim” hep gündemimizde kalan bir konudur…
Sözgelimi, zamanında 1917 Devrimi’ni selamlayan, ardından Sovyetleri ve sosyalist sistemi dünya kapitalizmine vurulan ağır bir darbe, karşı sistemde açılan önemli bir yarık olarak gören çeşitli ülkelerden aydınlar olmuştur.
Aralarından, “Madem böyle, benim de ne yaparlarsa yapsınlar hepsini sineye çekmem gerekir” demeyenlerin sayısı hayli fazladır.
Kıssadan hisse: Önce kendi işimizi iyi yapalım ki sonra dönüp “bağımsız aydına” yüklenmeye hakkımız olsun…