Türkiye son on beş yılda nereden nereye geldi?
Bugün geldiği noktanın temel özellikleri neler?
Bu soruları belirli bir modelden hareketle yanıtlamaya çalışacağız.
Hemen söyleyelim: Model, Gramsci’nin kavramlarına dayanmaktadır. Yazının bu kavramlara tamamen sadık kaldığı iddiasında değiliz; ama temelde böyledir ve model, elbette tartışmaya açıktır.
AKP iktidarı, 2010 yılına kadar, oluşturulan bir tarihsel blokla birlikte yürümüştür. Hegemonik blok da denebilir. Türkiye’de AKP’yi önceleyen sivil siyasal iktidarlarla karşılaştırıldığında gelmiş geçmiş en etkili bloku temsil ettiğini söyleyebiliriz.
Bir kere, sermaye sınıfını tümüyle arkasına almıştır. Görece en çekinceli duran sermaye kesimlerine bile en azından “yürüsün bakalım” dedirtebilmiştir.
Türkiye’de 1980 sonrası zuhur eden, çağdaşlığın ve modernliğin temsilciliğinde Kemalizm’in geleneksel ağırlığından rol çalmayı becerebilen liberal kesimi yanına çekmiştir.
Kendi damarlarıyla toplumun “alt kesimlerine” doğru uzanabilen, bu kesimler üzerinde belirli etkileri olan dinsel odakları, tarikat ve cemaatleri yanı başındaki bir havuzda toplayabilmiştir.
Kürt halkının tarihsel hesabı olan bir geleneğin dışında kaldığı, giderek bu geleneğe karşı çıktığı için “aranılan çözüm” bağlamında Kürt siyaseti üzerinde etkili olmuştur.
Eğer dışarıya bakarsak, uluslararası sermaye, ABD ve AB dâhil “batının” AKP’ye desteği, önceki tüm sivil siyasal iktidarların nasiplendiklerinin ötesine geçmiştir.
Dahası, blokun iki aracından onay uzunca bir süre diğer araç olan zor’un önünde gitmiş, aslında hep var olan zor’u örtmüş, gizlemiştir.
Nihayet, bu tarihsel blok, ortaya attığı, siyasallaştırılmış bir tür tarih teziyle konumunu pekiştirmek istemiştir: Cumhuriyet’in kuruluşuna ve ilk dönemlerine damga vurduğu düşünülen çarpıklıkların ve dayatmaların giderilmesi, törpülenmesi ya da düzeltilmesi…
Sekiz dokuz yıl böyle geçmiştir.
Peki, sonra ne olmuştur?
***
Yaşanılan son 5 yıllık dönem tarihsel blokun çözülmesine tanıklık etmiştir.
Bugün gelinen noktada böyle bir bloktan söz etmek artık mümkün değildir.
Blok, çatlamış, patlamış, dağılmıştır…
Ama (aman) dikkat: Az önce sıralanan blok unsurlarının tek tek her birinin artık AKP’yle hiçbir işinin kalmadığını, tarihsel blokun sürükleyici gücü AKP’nin bu anlamda cascavlak ortada kalakaldığını söylemiyoruz… Bloksa, tutkalı erimiştir, onaysa yerini zor’a bırakmıştır, tarih teziyse iflas etmiş, büyü bozulmuştur… Blok, nüfuz ettiği, üzerinde hegemonyasını kurduğu “sivil toplumla” birlikte tanımlanabiliyorsa, artık böyle bir toplumun varlığı bile kuşkuludur.
Bunu anlatmak istiyoruz.
Ya bundan sonrası?
AKP’nin, bir dönemki tarihsel blokun bileşenlerini yeniden toparlayıp bir araya getirmesi kesinlikle mümkün değildir.
Farklı bir tarihsel blok oluşturması da mümkün değildir…
Dahası, eğer buraya kadar olduğu gibi Gramsci esinli bir modelden ve ona ait kavramlardan söz ediyorsak, bundan böyle Türkiye’de AKP’li ya da AKP’siz, düzen içi herhangi bir tarihsel blok oluşması da mümkün görünmemektedir.
O zaman ne olacaktır, ne yapılacaktır?
Bu yazı kuşkusuz Erdoğan ya da AKP kurmayları tarafından okunmayacaktır. Ama okunsaydı, tepki herhalde şöyle olurdu: “Ulan yok tarihsel blokmuş, yok zor’un önünde onaymış, şuymuş buymuş… Bunlar şart mı? Biz bildiğimiz gibi yaparız…”
İşte tam da bunu yapacaklardır.
Kısacası, sağı solu oyalamaya yönelik “ders alma”, “değişme”, “diyaloga yatkınlık” gibi mesajlar kimseyi aldatmamalıdır. Bunlar, paldır küldür girişilen, “darbeyi önleyen halk”, “meydanları dolduran demokrasi aşkı” retoriği eşliğinde daha da ileriye taşınacak devletleşme sürecinin kenar süsü olmaktan öteye geçmeyecektir.
TOKİ’cidirler ve “tarihsel bloku bırak beton bloka bak” demeleri de mümkündür.
Sola gelince; karşı tarafınki artık tükendi, yenisi de gelmez…
Ama şu “tarihsel blokun” asıl bizim işimiz olması gerektiğini ve olabileceğini hiç unutmayalım.