Bugün Türkiye’de gündeminde sosyalizm olanların karşısında ciddi bir sorun vardır ve bu sorunun çeşitli yönleriyle tartışılması yararlı olacaktır.
Sorun şudur: Genellikle verili olanı sorgulama, kendilerine sunulanların dışında arayışlara yönelme, protesto ve başkaldırıya yatkınlık gibi özelliklerle tanımlanan gençlerin bu özellikleri artık onları eskisi gibi (ya da eskiden olduğu kadar) sosyalizme götürmemekte, oraya taşımamaktadır…
Burada, sosyalizmin dünya ölçeğinde aldığı yaraların, belki de “itibar kaybının” ve sosyalist hareketin bugünkü durumunun dışında bir olgudan söz ediyoruz. Bu etkenler bir şekilde “sabit” varsayıldığında da görülebilecek bir olguya işaret ediyoruz. Diyoruz ki, “Tamam, biz çuvaldızı başka olgulara ve bu arada kendimize batıralım; ama iğneyi batıracağımız başka yerler hiç mi yok?”
İğne bir yerlere batırılacaksa bu yerlerden biri elbette toplumdan yalıtık biçimde, sanki kendi başına apayrı bir varlıkmış yaklaşılacak genç kuşaklar olmamalıdır. Olmamalıdır, tamam; ama öteden beri postmodern durumların bozucu etkilerinden, bilime ve bilgiye konulan mesafeden, genel bir “kültürsüzleşmeden”, bu arada örneğin Türkiye’deki eğitim sisteminin yarattığı olumsuzluklardan söz etmiyor muyuz?
Bir yerlere her ne şekilde olursa olsun toz kondurmamak mutlaka gerekliyse o zaman ya bunların hepsinin kendi uydurmalarımız olduğunu itiraf edeceğiz ya da hepsi gerçek olmakla birlikte bunların genç kuşaklara hiç nüfuz edemediğini söyleyeceğiz.
İkisi de saçma geliyorsa başka bir yol arayacağız...
***
Bugün Türkiye’de sosyalizmi 30 yaş üzeri “kuşaklar konfederasyonu” temsil etmektedir. Bu geniş yaş aralığında 1960’lardan başlamak üzere birbirini izleyen farklı kuşaklar yer almaktadır. Aralarındaki önemli farklılıklar genel bir örgüt-hareket potası içinde tamamen “silinmiş” olmasa bile belirli bir uyuma (modus vivendi) kavuşturulmuştur.
Bir tür “blok” diyelim…
Soru ise şöyle: Bu blok kendi edinimleriyle (kazandıklarıyla) ve bunları koruyarak günümüzün en genç kuşaklarına nasıl yaklaşmalı?
Doğrudan “sosyalizmi anlatmak” gereklidir, ama bir yere kadardır… “Kendi haline bırakmak”, bir potansiyele nereye akarsa aksın umursamazlığıyla bakmak demektir… Böyle bir kuşaktan (“genç kuşak” olarak kaldığı sürece) solculuk ve sosyalizm konusunda “yaratıcı yenilikler” beklemek ise tamamen beyhudedir…
O zaman?
***
Günümüz Türkiye kapitalizmi “genç kuşak” dendiğinde karşımıza eskisine göre hayli farklı bir nesnellik çıkarıyor:
İki üç gün önce sınava giren gençlerin yarının işadamı, yatırımcısı, hali vakti yerinde serbest meslek sahibi, CEO’su, akademisyeni, asker ya da sivil üst düzey bürokratı olma şansı eskisine göre çok ama çok azalmıştır. Bunları geçtik, “insana yakışır” bir maaşla örneğin “düz” bir kamu görevlisi olmak bile artık çok daha güçtür. Neticede bu gençlerin büyük bölümü yakın geleceğin ücretli işçisi ya da “yedek işgücü ordusunun” bir parçası olacaktır…
Başka bir deyişle, sınıf gerçeği, demografik gerçeği eskisine göre çok daha erken kesecektir.
***
İngiltere’de “sanayi devrimi” sırasında (1700’lerin ikinci yarısı ve 1800’lerin başı) yaşam beklentisi 35-40 yıl arasında olduğundan bu dönemlerde “gençlik” gibi bir kategori tanımlamak çok güç, hatta imkânsızdı. O dönemlerde “genç” olarak tanımlanabilecek insanların büyük bölümü de işçiydi.
Bugün ise “gençlik” kategorisinin yaş aralığı çok daha geniştir; orası öyledir, ama günümüz kapitalizmi, ister okulda ister okul dışı olsunlar gençlere, neredeyse eşit ağırlıktaki işsizlik “seçeneğiyle” birlikte ücretli işçiliğin çeşitli biçimlerini “teklif etmektedir.”
Türkiye’de bugünkü genç kuşağın özellikleri bir yana, dayatılan siyasal-toplumsal-kültürel ortam da “kampus temelli” gençlik dinamizminin kanallarını kurutmuşa benzemektedir. Ne kadar geçici sayılabilecek bir durumdur, bilemeyiz.
Şimdilik en iyisi 1960’lı yıllarda ABD’deki sivil haklar hareketinin dilinde dolaşan bir parçanın sözlerini kendimize uyarlamak, gençlere halen bulundukları ya da kısa sürede gidecekleri yerlerde ulaşmaya çalışmaktır:
“Beni okul kantininde göremiyorsan /Başka yerde de bulamazsın/İş başvurusu kuyruğuna gel/ Orada bekliyor olacağım…”