1990’lı yıllardan başlayarak çeşitli platformlarda pek çok kez söylendi ve yazıldı: Türkiye’nin bir numaralı sorunu Kürt sorunuydu ve bu sorun çözülmeden ülkenin başka hiçbir sorunu çözülemezdi…
Kuşkusuz, bu saptamanın geri planında farklı gerekçeler ve kurgular da vardı. Kimileri için küreselleşmiş bir dünyada Türkiye’nin elinin güçlenmesi, hatta “bir yıldız gibi parlaması”, “bölgede lafı sözü dinlenir bir güç konumuna gelmesi” vb. hep Kürt sorununun çözümüyle mümkün olabilecekti. Örneğin Mesut Yılmaz’ın bir dönemki “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” sözü, merkez siyasetin bu yaklaşımının bir örneği sayılmalıdır.
5 yıl kadar önce “çözüm masasıyla” birlikte benzer saptamalar kimi Kürt siyasetçilerden de geldi; bu saptamalar genellikle Kürt sorununu çözen bir Türkiye’nin bölgedeki “liderliğine” odaklanıyordu.
Daha fazla uzatmadan bu kesimle ilgili bir toparlama yapalım: Kürt sorununun “bir numaralı sorun” olduğunu kabul edenler, en azından bir dönem için, solculardan, sosyalistlerden ve ulusal soruna duyarlı kesimlerden ibaret değildi. İşi gücü Türkiye’nin bölgedeki ve küresel rekabetteki yeri, “başkalarına satacağı bir hikâyesi olması” gibi başlıklarda döktürmek olan liberal, hatta “devletçi” çevreler bile “bir numaralı sorunun”
hangisi olduğunu teslim ediyorlardı.
***
Yukarıdakine benzeyen gündemleri olmayanların, solcuların bir bölümü de sorunun “bir numaralı sorun” olduğunu vurguluyorlardı. Kimileri için ülkenin eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, konut gibi alanlardaki pek çok sorunu “kirli savaşa” giden kaynaklar yüzünden çözülemiyordu.
Başkaları içinse sorun, “bir numaralı sorunun” çözümsüz kalması sonucunda yükselen milliyetçi, şoven dalganın geniş emekçi kesimleri de etkilemesi, sosyalist mesaj ve çağrıların bu nedenle söz konusu kesimlerde karşılık bulmamasıydı.
“Bir numara” statüsü bir yana, söylenenler arasında ciddi sayılabilecek olan, bu sonuncusudur.
Sosyalistlerin, Türkiye’nin bölgede ve küresel rekabette başat güçlerden biri konumuna gelmesi gibi bir derdi olamaz…
Ülkenin köklü ve birikmiş sorunlarının “kirli savaşın” son bulmasıyla kullanılabilecek kaynaklarla çözülmesi de mümkün değildir.
***
Günümüze gelirsek…
Bizce Türkiye’de yaşanan rejim değişikliği sonucunda ortaya çıkan durum, genel olarak “ulusal sorunu” özel olarak da Kürt sorununu kendi karmaşık bütünselliği içine soğuran yeni bir ortam yaratmıştır. Başka bir deyişle bugün Kürt sorunun, çözümü halinde başka çözümlerin de çorap söküğü gibi peş peşe geleceği bir anahtar olarak nitelenmesi her zamankinden daha güçtür. Dahası, ülkedeki bugünkü rejimin ortaya koyduğu durum, Kürt sorununun da bir tür “üst belirleyeni” olmuştur.
Bu söylenenler umarız Kürt sorununa “boş verilmesi”, öneminin “idrak edilememesi” şeklinde anlaşılmaz. Esasen, Kürt siyasetinin önderlerinin son dönemde söyledikleri, Türkiye’ye ve rejime ilişkin saptamaları, zaman zaman önerdikleri mücadele çizgisi de 1990’lara ve bu yüzyılın ilk on yılına göre ülkede gerçekleşen köklü değişimin ayırdında olunduğunu göstermektedir.
***
Sonuçta, eğer başka çözümlere kapı aralama anlamında “bir numaralı” sorundan söz edilecekse, bugün bu sorun mevcut rejimdir.
Kürt sorununun bugünkü rejimde ve onunla birlikte çözülmesi hiç mi hiç mümkün görünmediğine göre çözüm yollarının bugünkü “bir numaralı sorunun” çözümünde aranması herhalde en doğrusu olacaktır.