Bir Lenin güncellemesi

Belki “gereksiz” bulanlar olur; ama biz gene de konuya Lenin’le girelim:

“Parti örgütünü, yalnızca ayaklanma ve sokak çatışmaları öngörüsüyle ya da gene yalnızca ‘gündelik mücadelenin yeknesak akışı’ üzerinden inşa etmek büyük bir yanlış olacaktır.” (Ne Yapmalı? Seçme Eserler (İngilizce) Cilt 1, s. 229) 

Lenin, hemen ardından şöyle devam eder: 

“Ve devrimin kendisini de, hiçbir şekilde, tek bir eylem olarak değil (…) aşağı yukarı tam sükûnetin egemen olduğu dönemleri hızla izleyen bir dizi ayaklanma olarak düşünmek gerekir. Bu nedenle, parti örgütümüzün eylemliliğinin başlıca içeriği, bu eylemliliğin odak noktası, gerek en güçlü ayaklanma döneminde gerekse tam bir sükûnetin egemen olduğu dönemde hem mümkün hem de zorunlu olan çalışmadır. Bu çalışma, yaşamın tüm yönlerine ışık tutmalı, kitlelerin mümkün olan en geniş katmanları arasında yürütülmelidir.” (a.g.e. s. 230).

“Güncellemeye” henüz girmeden, Lenin’in söylediklerinde her yer ve her dönem için geçerli sayılması gereken iki noktayı vurgulayalım. Birincisi: Eğer “tam sükûnetin” egemen olduğu dönemi izleyen ayaklanmalar (ya da patlamalar) deniyorsa, bunların çok yönlü olması, karmaşık, giderek “kaotik” yanlar taşıması kaçınılmazdır. Hepsine hazırlıklı olmak gerekir. İkincisi: “Yaşamın tüm yönleri” ve “en geniş katmanlar” gibi vurgular, sadece ve sadece işçi sınıfına daralan bir çalışma anlayışına karşı çıkıştır. Gerçi Lenin “toplumsal formasyon” tabirini kullanmaz; ama meselenin özüdür: İşçi sınıfına, toplumsal formasyonun bütününden kalkarak gidilir…

Kimi gündemlere bakıp “bu tür konular işçi sınıfını doğrudan ilgilendirmiyor” diyenler Leninizm’den filan hiç söz etmesinler.  

***

Şimdi, “güncelleme” faslına geçebiliriz. 

Hemen belirtelim: Bu güncelleme denemesi, herhangi bir genel geçerlik iddiası taşımamaktadır; Türkiye’ye, ülkenin bugününe ve yarınına ilişkindir.   

Güncellemede en başta söylenmesi gereken şudur: Günümüz bir yana Türkiye’nin öngörülebilir geleceği için de, Lenin’in 1902 yılı Rusya’sı için ihtimal dâhilinde saydığı “tam sükûnet” dönemleri hiç düşünülmemeli, hiçbir hesap buna göre yapılmamalıdır. 

Çok mu “cüretkâr”? Böyle bulunuyorsa düşünelim: Tek parti ve askeri faşizm dönemleri dışında bu ülkenin toplumsal ve siyasal yaşamında ne zaman “tam sükûnet” egemen olmuştur ki?   Bundan böyle de hiç mi hiç olmayacaktır. Burada uzun uzadıya anlatmak gerekmiyor: AKP’nin doğrultusu ve yakın coğrafyadaki karmaşık güç ilişkilerinin içeriye kaçınılmaz yansımaları, çok isteyeni olsa bile “huzur” denilen şeyi bu ülkenin gündeminden tamamen düşürmüştür. 

Peki ya son dönemde dillerde çok dolaşan şu “İslami faşizm” iyice yerleşir, ortalığı süt liman yaparsa? 

Ortalığı süt liman yapması, çok küçük ihtimaldir. 

Ancak, küçük de olsa bu ihtimal karşısında bir güncellemeye daha gidebiliriz: Böyle bir “sükûnet” döneminin gelebileceğini düşünerek ona göre bir çizgi izlemek ve örgütlenmek bir tür “siyaset” ise, bu küçük ihtimali büsbütün gündemden düşürmeye yönelik cesur, çok yönlü ve dışa dönük mücadele ondan çok daha fazla siyasettir!  

Cesaret, çok yönlülük ve dışa dönüklük…

Cesur, çok yönlü ve dışa dönük olacağız diye ya örgütümüz, ideolojimiz ve siyasal çizgimiz bulanır ve sulanırsa?  

O zaman dönüp örgütüne, ideolojine ve siyasal çizgine bak; demek ki tam oturtamamışsın…