Eskilerin deyimiyle seçim sath-ı mailine girmişken büyük olasılıkla sık sık seçim üzerine yazılar yazmak durumunda kalacağız. Bir başlangıç olsun, 2019 yerel seçim tartışmalarına girerken önce bir alan temizliği yapmaya çalışalım.
AKP’li yıllar diyelim; geride kalan dönemde sık sık seçim sandığının önümüze gelmesi hepimizi biraz “seçim manyağı” haline getirdi. Bunun tehlikelerinden daha önce bu portalda söz edilmişti. Öte yandan, sık sık gündeme gelen seçimlerin sadece Erdoğan tarafından meşruiyet artırıcı işlevli bir araç olarak kullanılması bile seçimlerin önemsiz görülmesini imkansız kılıyor. Başka pek çok şeyin yanı sıra, ülkenin en azından yakın geleceği için AKP/MHP ittifakının alacağı/alamayacağı oyların bir etkisi olacağını tartışmak bile gereksiz.
Özetle, seçimler elbette önemli ve sosyalistler açısından bu seçimin merkezi görevi de AKP/MHP ittifakı ile onların temsil ettiği çizginin mümkün olan her alanda geriletilmesi, yenilgiye uğratılmasıdır.
Yerel seçimler sürecinde her alanda bu göreve uygun bir tutum almaya çalışacağız.
Bununla birlikte, geride kalan bunca seçimden sonra AKP karşısındaki (bizim fazlasıyla önemli bulduğumuz ve önemli bir kalabalığa da tekabül eden) muhalefetin neden istediği sonuçları alamadığını tartışmak gerekir.
Önemli gördüğümüz bir kaç noktayı açmaya çalışalım.
Aşırı güncel belirlenimli bulunmayacağını umarak, CHP’nin geçen hafta epey gündem olan iç tartışmalarıyla başlayalım. Sayılamayacak kadar çok aday adayı arasında MYK ve PM’de son hali verilen aday listelerine giremeyenlerin CHP mevcut yönetimine dönük ağır sitemleri basında ve sosyal medya mecralarında epey yer buldu.
Kanımca bu tartışmalarda CHP’nin karakterini yansıtan kimi sonuçlar bulmak mümkün.
Örneğin, partinin MYK ve PM toplantılarındaki aday tartışmalarının, toplantılar sürerken anlık olarak sosyal medya mecralarına yansıması, pek az kişinin bunu konu edinmesine rağmen, bize göre başlı başına bir skandal. Çok belli ki, bu kurulların üyesi olan birileri ilgili haberlerin toplantı sırasında kamuoyuna yansıtılması için özel çaba harcıyorlar, muhtemelen bunu birkaç farklı grup eş zamanlı yaptığı için de durum olağan karşılanıyor. Böyle bir parti yapılanmasından ciddi işler beklemek mümkün değil.
Daha önemlisi ise, isimler geldikçe aday gösterilmeyen kişilerin “aslında halkın tercihi”, “aslında bu görevi hak eden” kişi olarak kendisini gösterip duruma isyan etmesi. Bu durum, en azından siyaset mantığı açısından tartışılmayı hak ediyor.
Örneğin, geçen dönem aynı kurullar tarafından yine aday adayı olan başka isimler yerine aday olarak tercih edilen kişilerin, aynı mekanizma ile bu sefer aday gösterilmediğinde durumu tartıştırmaya çalışmasını nasıl samimi bulabiliriz ki?
Daha da artırılabilecek bu örnekleri CHP’nin işleyişi ve yapısına dair bir tartışma açmak ya da CHP’ye “akıl vermek” için filan yazmıyoruz. CHP budur ve bunu pek çok CHP’li dostumuzun bizden daha iyi bildiğini de biliyoruz. Mesele, bu örneklerin temelindeki örgüt ve siyaset felsefesindedir; muhalefetin en kalabalık topluluğu olarak CHP’nin bu hali bizim için ne olmaması gerektiğine ve gerçek ihtiyacımıza işaret ettiği için önemli.
AKP karşısında sürdürülecek mücadelenin bugün en önemli zaaflarından birisi fazlasıyla AKP’ye benzeyen özneler tarafından belirlenmesidir.
Bunun bir yanı klasik burjuva siyasetinin yanlışlarının ve kirli yanlarının muhalefeti de kuşatmış olması, diğer yanı ise AKP eliyle inşa edilen “yeni rejime” uyum temelinde sürdürülmek istenmesidir.
Örneğin, Anayasa’ya açıkça aykırı biçimde, TBMM Başkanlığı görevini sürdürürken AKP’nin adayı olarak çalışmalarını sürdüren Binali Yıldırım’ın pozisyonu karşısındaki tutumlar esas olarak bu zaafın yansımasıdır. Ne söylenirse söylensin, sonuç olarak bu açık ihlali kabul eden, dolayısıyla meşrulaşmasına da katkı yapan tavır teknik değil, siyasi bir temele sahiptir.
Bir ara sonuç olarak şunu yazabiliriz: Seçimleri de aşan biçimde, Türkiye siyasetinde bir devrimci duruş eksikliğine işaret etmemiz gerekiyor.
Bu eksiklik, sadece bizim bir derdimiz olmanın ötesinde Türkiye’nin AKP/MHP bloku tarafından sürüklendiği karanlığı yarmanın tek gerçek yolu olduğu için yaşamsal bir eksikliktir.
Sosyalistlerin seçim sürecinde bu devrimci seçeceği güçlendirmek noktasında üstleneceği sorumluluğun böylesi bir önemi de var.
Halkı siyasetin öznesi kılan, katılımını, söz ve eylemini belirleyici hale getirecek politik merkezin güçlenmesi bir tek sosyalistlerin değil, ülkemizin ihtiyacıdır.
Devrimcilik, çokça karıştırıldığı için vurgulayalım, sadece radikallik ya da “delikanlı duruş” değildir. Devrimcilik, evet, gerektiğinde doğru bildiğinde tek başına yürüme inadı ve kararlılığıdır. Ancak esas önemli olan, bu cüretin kaynağını doğru saptamak: Bize göre bu inadın ve kararlılığın temelinde emekçilerin, yoksulların, milyonların tarafında olmak, onların kavgasının taşıyıcısı olmak vardır.
Tam da bu nedenle bugün devrimcilik, halkın güncel çıkarları ile tarihsel çıkarları arasındaki ilişkiyi mümkün olan en ileri noktada, en güçlü biçimde temsil etmek temelinde somutlanmalıdır.
Türkiye’nin geleceğini belirleyecek devrimci mayalanma böylesi bir bakışın, bu cesaretin ürünü olacaktır.
Bu doğrultuda sorumluluk üstlenmekten kaçınmak, hangi radikal sözlerin ardına sığınılırsa sığınılsın devrimciliğin sadece laf olarak kalmasıdır.
Devam edeceğiz…