Bir kaynak olarak devrimci demokrasi

Önce kafamızı bir toplayalım, geleceğe ilişkin “değiniler” daha sonra gelsin…

Başlarsak, bir dönem sol kesimde azınlıkta kalmış olsalar bile, sosyalizmde ısrar edenlerin öngörüleri fazlasıyla doğrulanmıştır: Dünya kapitalizminin, ulus devlet formunu aşan, onu gereksizleştiren bir evrede kendini yeniden yapılandırması mümkün değildir.  “Küreselleşmiş” kapitalizm, uluslararası ekonomik entegrasyonda ciddi mide krampları geçirirken siyasal, ideolojik ve kültürel alanlarda küreselleşmeyi adeta kusmuştur.

Günümüz kapitalizmini niteleyen, “ana akım” sayılabilecek ne varsa “artık geride kaldı” denilen öğelerle ulus devlet ölçeğinde eklemlenmekte, kendi kaynağının (küreselleşme ideolojisi) zıddına bürünerek cisimleşmektedir.

Bu bir “sapma”, “yoldan çıkarılma”, yaşadığımız çağın ruhundan hiç nasiplenmemiş siyasal liderlerin marifeti değildir.

Olabilecek olan neyse o olmuştur.

“Kafa toplama” için şimdilik bu kadarı yeterlidir.

Gelelim değinilere…

***

Eğer durum yukarıdaki gibiyse, düzen karşıtı solun başvurabileceği tek yol kendi gelecek tahayyülünü, vizyonunu, teorisini, mücadelesini, programını, stratejisini, söylemlerini, artık ne varsa hepsini, ulus devlet ölçeğinde kurmak ve kurgulamaktır. 

Başka yol yoktur. 

“20-25 yıl önceki küreselleşme vizyonu çok iyiydi, ama burjuva liderlikler beceremedi; bir de biz denesek?” diyen, diyebilen “sol” hala varsa ona da Allah ıslah etsin demekten başka söylenecek şey kalmamıştır.

Tekrar ediyoruz: Bugünkü durum, herhangi bir siyasal basiretsizliğin, liderlik yanlışlarının vb. değil, kapitalizmin ve özellikle onun “küreselleşmiş” evresinin onulmaz iç çelişkilerinin kaçınılmaz sonucudur. Dolayısıyla ortada herhangi bir anomali değil, solun karşı çıkarken veri alması gereken bir nesnellik vardır.

Nesnelliği veri alacağız da ne olacak, ne yapacağız?

***

“Nesnelliği veri alma”, ilk başta çağrıştırdığı basitliğin ve düzlüğün ötesinde, belki biraz karmaşık denebilecek boyutlara sahiptir.

İki düzlemde cesareti, girişkenliği ve “sonra ne derler?” türü kaygıları bir kenara bırakmayı gerektirir.

Birincisi: Türkiye’nin verili nesnelliğinde karşı tarafın Necip Fazıl’ı, Abdülhamit’i ve “Diriliş”i varsa, bizim konumumuzda kendi öz (sosyalist) değerlerimizin ötesinde Namık Kemal’in, Mustafa Kemal’in, “Diriliş”e karşı “Kurtuluş”un, bu ülkedeki aydınlanmanın öncülerinin ve “İzmir Marşı”nın olmasında herhangi bir sakınca görülmemelidir. 

Lenin Herzen’e, Çernişevski’ye, Narodizme nasıl baktıysa bizim de yukarıda sıralananlara benzer biçimde bakmamız çok mu güçtür?

İkincisi: Sosyalist düşüncenin, daha önemlisi bir devrim tahayyülünün ve sonra da teorisinin geliştirilmesinde  “en ortodoks” konumun bile yan kaynaklardan beslenme ihtiyacı duyacağı hiç unutulmamalıdır. Eğer işimiz bir “Marksizm-Leninizmin Arılığını Koruma Enstitüsü” kurup orada çalışmak olsaydı başka türlü düşünülebilirdi.   Ama devrimse, bunu önceleyen görevler olarak mücadeleyse ve sosyalizme “eşik atlatmaksa”, bu yan kaynaklar vazgeçilmezdir.

Adını da koyalım: Tarihte, pek çok devrimde olduğu gibi, bu kaynak devrimci demokratlık, devrimci demokrasidir.

Dikkat edilsin: Devrimci demokrasi derken yerleşik, tarihsel sürekliliği olan bir ideolojiden ve siyasal çizgiden söz etmiyoruz… Yaklaşık 200 yıldır kapitalizmin her evresinde emekçilerden küçük burjuvaziye uzanan geniş kesimlerde biriken düzen karşıtı, ama genellikle yönsüz ve perspektifsiz tepkileri ve hareketlenmeleri kastediyoruz.

İncelediğinizde, bileşiminde yurttaşlık bilincini ve yurtseverliği, gelişmemiş eşitlikçilik ve özgürlükçülük anlayışlarını,  hatta “liberal” ve bir yerde “anarşizan” denebilecek yönelimleri de bulursunuz; ama tek tek bunların hiçbiri değildir, hiçbirine indirgenemez.

Gerçi Türkiye’de devrimci demokrasi budur, bundan ibarettir demiyoruz, yanlış olur; ama bir zamanların “laikçi Kemalizm’inin” de “elitler ideolojisi” olmaktan çoktan çıktığı, devrimci demokrat özelliklerini “güncelleyerek” geniş kesimlere uzandığı mutlaka dikkate alınmalıdır.

Ha geçmişte “şimdi radikal demokrasi (Laclau) zamanı” diyenler vardı, onlara da bir soru yöneltip bitirelim:

Bunca yıl geçti, bir de devrimci demokrasiyi deneseniz?