Bir kampanya üzerine…

Merhaba,

Bu hafta kısa bir yazı yazmakla birlikte çok önemli bir konuyu hatırlatmaya çalışacağım. Şu an yürütülmekte olan bir kampanya, farkındalık yaratma çabası. “Aaa şimdiye kadar yok muymuş” diyeceğiniz kadar basit, bir o kadar da kapsamlı bir konu: Meslek Hastalıkları Tanı Sistemi Oluşturmak.

Evet, Sağlık Bakanlığı’nın böyle bir kayıt sistemi olmadığı için, her yıl en az 100.000 (yüzbin) meslek hastalığı kayıt altına alınmıyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin çalışmalarını biliyorsunuzdur bu köşenin okurları olarak. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın, Sağlık Bakanlığı’nın, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun, Türkiye İstatistik Kurumu’nun, kısacası devletin kurumlarının yapmadığını, yapamadığını, göz ardı ettiğini yapan, yapmaya çalışan gönüllü insanlardan oluşan, bünyesinde iş müfettişlerinden, akademiyenlere, İSİG aktivistlerinden öğrencilere, hekimlerden mühendislere pek çok kişiyi barındıran bir platform.  İSİG Meclisi, iş cinayetlerinin yanı sıra meslek hastalıklarını da kayıt altına almaya çalışıyor ve çok ama çok zorlanıyor! Bir “iş kazası” gibi görece kolay bir şekilde saptanamayan meslek hastalıklarına ilişkin Meclis Türkiye’de her yıl 10 bin işçinin meslek hastalıklarına bağlı olarak yaşamını yitirdiğini belirtiyor ve “Sağlık Bakanlığını meslek hastalıkları tıbbi kayıt sistemi oluşturmaya davet ediyoruz” diyor.

Rakamlar tahmini, ama işin boyutu çok ama çok büyük; Türkiye’de her yıl yaklaşık 120 bin ila 360 bin arasında işçinin meslek hastalığına yakalandığı tahmin ediliyor. İSİG Meclisi’nin açıklamasında şu ifadeler oldukça çarpıcı:

“Türkiye’deki ortalama çalışma sürelerinin uzunluğu, güvencesiz ve esnek çalışmanın yaygınlığı göz önüne alındığında beklenen yıllık meslek hastalığı sayısının 300 binin üzerinde olduğu söylenebilir. Ancak Türkiye’de SGK verilerine göre meslek hastalıkları yıllık tanı sayısı beş yüzün dahi altında kalmaktadır”.

ILO verilerine göre meslek hastalıklarına bağlı ölümlerin, iş cinayetlerine bağlı ölümlerin yaklaşık 5-6 katı düzeyinde olduğunu belirtiyor İSİG Meclisi:

“Türkiye’de her yıl en az 1500 işçi iş cinayetlerine bağlı yaşamını yitirdiğine göre en az 10 bin işçi meslek hastalığına bağlı can vermektedir. SGK verilerinde ise Türkiye’de bir yılda meslek hastalığına bağlı ölüm en fazla iki elin parmakları kadar olmaktadır”

İSİG Meclisi yaptığı açıklamada çok net ortaya koyuyor:

“İşe bağlı hastalıklar, ‘iş’in tüm aşamalarının organizasyonunun insanı merkeze alan bir yaklaşımla düzenlendiği bir emek sürecinde, aynen iş cinayetlerinde olduğu gibi tamamen önlenebilir. Sağlık Bakanlığını meslek hastalıkları tıbbi kayıt sistemi oluşturmaya davet ediyoruz.”  

İSİG Meclisi’nde çalışmalarını yürüten, ayrıca her ay kapsamlı yazılarıyla bianet.org’da yazan Prof.Dr. İbrahim Akkurt, Türkiye’de meslek hastalıklarının kayıt altına alınmasında çok emeği geçen ve bu konuda halen mücadele eden bir isim. Sayın Akkurt’un altını çizdiği en önemli noktalardan birisi, bu konunun yalnızca Türkiye’nin sorunu değil, kapitalist dünyanın sorunu olduğu. Sorumluları da bianet.org’daki yazısında net bir şekilde ortaya koyuyor:

“Meslek hastalıklarının görünür kılınmasını isteyen var mı? Meslek hastalıkları görünür kılınırsa çalışma ortamlarının birer hastalık üretim merkezi olduğu gerçeği gözler önüne serilmeyecek mi? Bu nedeni bilinmeyen, hekimlik günlük pratiğindeki hemen tüm hastalıklarının “en büyük nedeni” olarak gösterilen  “idiopatik: nedeni bilinmeyen” giz’i ne olacak? Sağlık “sektör”ü bundan zarar görmeyecek mi? Ya sağlık dostu olarak gösterilen, bine yakın ürünle günlük yaşamımıza sokturulan nanoteknolojik ürünler ve bunları yapanların maruz kaldıkları riskler hemencecik bugün ortaya konulursa trilyon dolarlık kar maksimizasyon hırsı ne olacak? Çalışma yaşamındaki ergonomik, fiziko-kimyo-psiko-biyo-sosyal riskleri görünür kılmayı kim ister?

Vahşi kapitalist sistem bunu ister mi? Kesinlikle istemez.  İstemez çünkü daha onlarca yıl çalışma ortamlarının “gizli hastalık üretim merkezleri” olması gerekiyor, güçlü erkler bunun kararını çoktan almışlar gibi görünüyor.”

Ve inanılmaz çarpıcı, tokat gibi bir sorular geliyor:

“Son yıllarda değişik platformlarda, en yetkili ulusal-uluslararası aktörler önünde ısrarla belirttiğim acaba meslek hastalıklarının görünmesini engelleyen dünyadaki bir numaralı sorumlu ILO (Uluslar arası Çalışma Örgütü); ikincisi de DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) müdür? Sorumun yanıtı da maalesef giderek aşikar hale gelmektedir. Ya da bu iki kurumun arkasında olan güçler, IMF-Dünya bankası mı istemiyor böyle bir sistemi şeklindeki ardışık soruları da akla getiriyor. Gerçekten meslek hastalıklarının görünür kılınmasını engelleyen ulusal, uluslararası güçler kimlerdir, nelerdir?” 

Bu haftalık burada kesiyorum, ben de birkaç soru sorarak bitireceğim. Acaba gündelik yaşamdaki ağrılarımız, acılarımız, sürekli özel sağlık merkezlerinde harcadığımız paralar, yaşam kalitemizin sürekli düşmesi, sürekli “mızmız”, “memnuniyetsiz” halimiz, mutsuzluğumuz… Tüm bunlarla “uygun illiyet bağı” taşıyan şey, hayatımızın yarısını geçirdiğimiz işyerleri olmasın? Bu soruya “evet” demek bizi doğrudan sistemi sorgulamaya götürecektir ve “biz başka alem isteriz” dedirtecektir…