Bir dönem kapandı mı?
Günümüzde “kitlelerin durumuna” damgasını vuran başlıca olgulardan biri, sürekliliğin yerini kesintili süreçlerin, bütünlüğün yerini parçaların, tarihselin yerini güncelliğin almış olmasıdır.
Önce bu yazıdaki konumuz ne, onu kısaca anlatarak başlayalım:
Sosyalistler olarak bizim “teorimizin”, tarihsel ilkelerimizin ve doğrularımızın geniş halk kesimlerinde alıcı bulmasının temel belirleyeni, teorimizin ve analizlerimizin ne kadar doğru ve isabetli olduğundan çok, bunların insanların gündelik yaşantılarına değecek şekilde nasıl güncellendiği, nasıl yeniden yapılandırıldığı ve iletildiğidir.
Yepyeni bir şey söylemiyoruz. Marx, henüz gençken yazmıştı: “Teori, kitleleri kavradığında aynı zamanda maddi bir güç haline gelir.” (Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, 1844). Çok açıktır: Söz konusu olan, kitlelerin teoriyi değil, teorinin kitleleri kavramasıdır.
***
Demek ki, “teorimizin” kitleleri kavraması gerekiyor.
“İşte bu kadar” deyip geçemiyoruz. Çünkü önemli kimi sorular hemen gündeme geliveriyor. Örneğin, kitleleri kavrayacak teori, kurucuların zamanında söyledikleri ve bizim aynen alıp aktarmamız gereken temel doğrular külliyatı mıdır? Yani bunların güncellenmesi, daha önemlisi zamana ve ülke koşullarına göre özel olarak politikleştirilmesi hiç mi gerekmiyor? Sonra, “teori” kısmına tamam desek bile, bunun kavrayacağı kitlelerin durumu özel bir önem taşımıyor mu?
Dikkat edilmişse yukarıda iki soru birbirine göre farklı düzlemlere oturuyor. Birinci soruda, teorimizin temel doğrularının nasıl güncelleneceği ve politikleştirileceği tamamen pratik bir meseledir. Başka bir deyişle bunun önsel formülleri, hazır reçeteleri, geçmiş deneyimlere dayalı ve evrensel geçerlilik taşıyan yerleşik kalıpları olamaz. Evet, temel doğrular analizlerimizde bize yol gösterir, doğruda durmamızı sağlar; temel doğruların güncellenmesi ve politikleştirilmesi ise yeni girişimleri, denemeleri ve deneyimleri, kısacası pratiği gerektirir.
İkinci soruda ise durum daha farklıdır: Mutlak kesinlik ve doğruluk taşımasa da “kitlelerin durumuna”; özlemleri, tepkileri, arayışları, vb. dahil deyim yerindeyse “ruh hallerine” ilişkin analizler yapılabilir, gözlemlerde bulunulabilir ve kimi çıkarsamalara ulaşılabilir.
Dediğimiz gibi, bu gözlemlere ve çıkarsamalara mutlaklık ve kalıcılık atfedilemez. Ancak, en azından bir başlangıç olarak kimi gözlemlere değinilmesinde sakınca yoktur.
Türkiye’deki güncel durumdan hareketle bunlardan birkaçını aşağıda anlatmaya çalışacağız.
***
Birinci gözlem: Bugün Türkiye’de “Z kuşağı” tespitlerinde kimi kültürel, vb. doğrular olabilir. Ancak, iş siyasete ve siyasal yönelimlere geldiğinde ortada “Z kuşağı” denebilecek apayrı bir kategori olduğunu sanmıyoruz. Daha doğrusu, bugün Türkiye’de siyasal duyarlılıklar söz konusu olduğunda en gençlerden 50 yaş civarına kadar olanların, adına “kuşak” demesek de pek çok ortak özelliğe sahip bir nüfus kategorisi oluşturduğunu düşünüyoruz.
“Siyasi” sonuç: Teorinin güncellenmesinde ve politikleştirilmesinde bu nüfus kategorisini kendi içinde ayrıştırıp öyle hareket edilmesinin gereği yoktur. Bugün 20 yaşında olanlarla 50 yaşına gelenlere aynı güncelleştirilmiş ve politikleştirilmiş söylemler ve mesajlarla hitap edilmesi mümkündür. Siyasette bundan ötesini zorlamak gerçekten “nabza göre şerbet” olur.
İkinci gözlem: Türkiye’nin değil, ama Türkiye sosyalist hareketinin belirli bir dönemi artık kapanmış sayılabilir mi? Belirli açılardan bakıldığında böyle olduğunu kabul etmek gerekiyor. Örneğin, bir zamanlar belirleyici olabilen, Sovyetler Birliği’nin ne olduğu ve sonunda neden çözüldüğü, 3. Enternasyonal (1919-1943) döneminin muhasebesi, Çin-Sovyet çatışmasında ya da Türkiye’de 1960’ların milli demokratik devrim/sosyalist devrim tartışmalarında hangi tarafa hak verilmesi gerektiği gibi başlıklar “kitleler” açısından hiçbir önem taşımaması bir yana “kadrolar” açısından da ayrıştırıcı önemini çoktan yitirmiştir.
Gerçi sadece bu değil, ama bir dönemin artık kapanmış olduğunun göstergelerinden biri sayılmalıdır.
Siyasi sonuç: Dünya sosyalist/komünist hareketinin tarihsel tartışmalarını günümüze taşıyıp bunlardan bir şeyler çıkarmaya çalışmanın herhangi bir karşılığı yoktur.
Üçüncü gözlem: Günümüzde “kitlelerin durumuna” damgasını vuran başlıca olgulardan biri, sürekliliğin yerini kesintili süreçlerin, bütünlüğün yerini parçaların, tarihselin yerini güncelliğin almış olmasıdır.
Günümüzün bir gerçekliğidir; kendiliğinden bozulup “eski duruma” dönülmesi de mümkün görünmemektedir.
“Siyasi” sonuç: “Ne güzel işte” denebilecek bir durum değildir; sosyalist özneleri zorlayan ve daha da zorlayacak olan bir durumdur. Bu durumda yapılması gereken, daha doğrusu yapılabilecek olan, pusulayı şaşırmadan ortaya çıkabilecek her konuya, gündeme müdahil olmaya çalışmak, böylelikle başka yerde olmayan sürekliliği öznel olarak yaratmaktır.
Bu “öznel” sürekliliğin yarın bir gün kendi dışına taşıp oralara da bir süreklilik ve bütünlük anlayışı kazandırması pekala mümkündür.