Bir asimetri sorunu

Resmin bir yanına baktığımızda görünen durum, bizce herkesin kabul edeceği kadar açıktır: Bugün Türkiye’deki sosyalist öbekler, sınıfla/halkla ilişkiler, “kitleselleşme”, görece geniş kesimler üzerinde etkili olma gibi göstergeler açısından 1960-80 dönemindeki kendi öncüllerinin gerisindedir…  

Resmin diğer yanında görünen ise, ilki kadar geniş kabul görecek olmasa bile, bizim açımızdan bir o kadar nettir: Bugün Türkiye’deki sosyalist öbekler, teorik ve ideolojik formasyon ve bilgi donanımı açısından 1960-80 dönemindeki kendi öncüllerinin ilerisindedir…  

Bizce normal ve açıklanabilir bir durumdur. 

Sosyalist düşünce, temsilcilerinin yedikleri darbelere, kuşaktan kuşağa aktarım sorunlarına ve kimi kopukluklara rağmen her durumda kümülatif (birikmeli) bir gelişim örüntüsüne sahiptir.

Şöyle de söylenebilir: Sosyalist düşüncenin, farklı temsilci kuşaklarla birlikte belirli bir andaki formasyon ortalaması alındığında, bu ortalama mutlaka geçmişteki başka bir anın ortalamasından yüksek çıkar. 

“Ama liberalizmin etkileri”, “ama en son kuşaklar çok bilgisiz” gibi şeyler söylemeyin; ortalamadan söz ediyorsak böyledir…

Buna karşın, sosyalistlerin yöneldikleri, ilişki kurmak, örgütlemek, harekete geçirmek istedikleri daha geniş kesimler için durum böyle değildir. Geniş anlamda “halkın” deneyimleri, görece uzun zaman aralıklarında bakıldığında kümülatif özellik taşımaz. Sosyalist düşünce belirli bir anda hem geçmişin derslerini hem de geleceğin motiflerini içinde barındırırken “kitle” sadece ve sadece o anı yaşar.  

Normal dedik, ama aynı zamanda bir sorundur da…

***

Sözünü ettiğimiz açının ya da asimetrinin, salt öznellikle, iradeyle, kararlılıkla vb. giderilmesini bekleyemeyiz. Doğası gereği hep anı yaşayan geniş kesimlerin, biraz geçmişe referanslarla biraz da gelecek beklentileriyle sosyalistlere görece yaklaşması (ya da sosyalistlerin onlara yakınlaşabilmesi) hareket ve hareketlilik boyutlarını gerektirir. 

Geçmişte, 15-16 Haziran (1970) ve 1970’li yılların özellikle ikinci yarısına damgasını vuran sınıf hareketi, bu yakınlaşma ya da “buluşma” ortamlarını yaratan dinamikler olarak öne çıkmaktadır.

Sınıfsal niteliğin bu ikisine göre bizce daha “gömülü” olduğu 2013 Gezi Direnişi ise bir “halk hareketi” olarak sosyalistlere olası yeni “buluşma uğrakları” için en azından bir mesaj vermiştir.

Peki, o zaman sosyalistler ya da “irade”, bu tür yeni sınıfsal ve kitlesel hareketlenmeler ortaya çıkıncaya kadar bir köşede oturup beklesin mi?

***

İrade ve öznellik gibi kategorilerden söz ediyorsak bilinmesinde yarar vardır: Bu iki kategorinin “dışa dönük” yanlarının hep ileriye ve kritik uğraklara ötelenip sadece “içe dönük” uygulamalarıyla yetinilmesi aslında her iki kategorinin de reddi anlamına gelir. 

Doğrudur, sözünü ettiğimiz açının ya da asimetrinin hareket boyutu devreye girmeden salt iradi müdahalelerle giderilmesi mümkün görünmemektedir; gelgelelim, hayat ve mücadele bir yandaki “iç yaşamla” henüz ötelerde görünen bir dışsallıktan ibaret değildir. İradeyse, henüz çok ötelere olmasa bile kendi dışına yönelebilirse ve yönelebildiği ölçüde iradedir.      

Daha açık konuşamaz mıyız? 

Konuşabiliriz: Türkiye’de mevcut sosyalist öbeklerin, “ben böyle iyiyim” rahatlığını aşıp ülkede sosyalist hareketin “yeniden kuruluşu” gibi gündem olduğunu kabul etmeleri ve bu doğrultuda çaba sergilemeleri, irade beyanlarının aşılıp iradi girişimlere geçilmesi anlamına gelecektir.      

Kuşkusuz, yeni cepheleşme imkânlarının değerlendirilmesi ve olabildiği kadarıyla yerelliklerdeki halk örgütlenmelerine yeni bir ivme kazandırılmasıyla birlikte… 

Daha açığı?

Detayları belki olur da “daha açığı” şimdilik olamaz; Yalçın Küçük’ün uzun yıllar önce söylediği gibidir: “Bir şeyi kendi görebildiğinden daha açık anlatmak onu vülgarize etmektir…”