Ergun Çağlayan’ın İleri’deki son yazısının son paragrafıyla başlayalım:
“’Türkiye solu üç yıl önce evden çıkan ve sonra evlerine dönenlerin çoğunluğuna neden ulaşamıyor?’ cümlesinde kullandığım, Türkiye solunda bunu yapmaya başlayan ve bunu yapmakla hiçbir ilgisi olmayanların artık ayrışmış olduğunu ve bunun eski bölünmüşlüklere göre çok verimli bir ayrışma olduğunu düşündüğümü eklemesem olmaz.” (İki Bakış ve Bir Kavşak, İleri, 4 Mayıs Çarşamba).
Başladık…
Bundan sonra?
Türkiye solunda tartışmalar olur, iç tartışmalar bölünmeyle sonuçlanabilir ve bunlardan bir kısmı “verimli” sayılabilir.
“Dış tartışma” zaten ayrı öbekler üzerinden yürüdüğünden dar anlamıyla bölünme söz konusu değildir; “iç tartışma” ise mutlak bir kural olmasa bile bölünmeyle sonuçlanabilir.
Peki, “iç” ya da “dış” tartışma ve ardından gelebilecek bölünme hangi durumlarda “verimli” sayılabilir?
Çok basit bir ölçüte başvurulabilir: Tartışmalar ve ayrışmalar, birtakım nesnel ölçütlere vurulduğunda bir bütün olarak Türkiye solunu ileri taşıdı mı taşımadı mı?
Böyle bakıldığında, Türkiye sol hareketinin tarihinde iki “ilerletici” tartışma/ayrışma uğrağı görebiliyoruz
Birincisi, 1961-71 döneminin tartışmalarıdır. Tüm bölünmelere rağmen Türkiye sol hareketinin bütününü özellikle teorik ve ideolojik açılardan ileriye taşımıştır. Ülkenin yakın tarihi, yapısı ve “strateji” bağlantılı bu tartışmalar sonucunda sol hareketin çeşitli öbekleri 12 Mart sonrası döneme eskisine göre daha net, daha gelişkin ve daha donanımlı girmişlerdir.
İkincisi, özellikle 1990-2000 döneminde yaşanan tartışmalar ve ayrışmalardır. Bu kez tartışmaların odak noktasını sol üzerindeki liberal etkilerden kaynaklanan “yeni” yönelimler ve bunların eleştirisi oluşturmuştur.
Bu da “ilerletici”, bu anlamda “verimli” olmuştur.
***
Gelmek istediğimiz yer şurası: Türkiye solunda, teorik-ideolojik tartışmalar devam edecektir, etsin de; ama bu tartışmalar Türkiye solunu bir bütün olarak ileriye taşıma açısından artık bir doygunluk noktasına gelmiştir… Görünür gelecekte, mevcut öbekleri kendi çizgilerinde pekiştirme dışında fazla bir işlevi olmayacaktır… Asıl ilerletici olan ise, Çağlayan’ın sözleriyle, üç yıl önce evden çıkan ve sonra eve dönenlere nasıl ulaşılabileceğine ilişkin tartışmalar, daha önemlisi pratikler ve bunun getirdiği ayrışmalardır…
Yoksa…
Yoksa emperyalizmin yeni oyunları mı?
Restorasyonun ne zaman geleceği mi?
Liberal virüsün kime ne zaman neresinden bulaşacağı mı?
Sendikaların tükenmişliği mi?
CHP’nin “sağa kaymaya” devam etmesi mi? (bizim bildiğimiz 40 yıldır sağa kaymaktadır ve işe aşırı soldan başlamış olduğuna hükmetmek gerekecektir)
Kürt siyasetinin bir yanda dinci gericilik diğer yanda emperyalizmle “bağları” mı?
Her biri kuşkusuz önemlidir; ama bu konularda söylenenler adeta açık artırmaya binmiştir ve bu haliyle artık bıkkınlık vermektedir. Daha doğrusu, bu başlıklardan her biri konusunda bundan böyle söylenecek en “sert”, en “devrimci”, en “ödünsüz” ya da en “ortodoks” sözlerin bırakın Türkiye sol hareketinin bütününü, söyleyen öbeklerin kendi gelişimlerine marjinal faydası bile sıfıra yaklaşacaktır.
Bu durumda, Çağlayan’ın söylediklerine kulak verelim ve “verimli ayrışmaları” onun işaret ettiği yere bakarak, buna göre arayalım…
Hep böyle mi gider?
Yani, Türkiye solunun artık teorik/ideolojik tartışma gündemini büsbütün kapatması gerektiğini mi söylüyoruz?
Hayır, söylediğimiz sadece şudur: Biz dün sokağa çıkan insanlara ulaşamadığımız, insanlar evlerinden çıkıp ciddi bir hareketlilik sergilemedikleri sürece belirli başlıklarda dönüp dönüp bina okumanın pek anlamı ve faydası olmayacaktır.
Ya insanlar evlerinden çıkarlarsa? Ya eli yüzü düzgün bir toplumsal muhalefet şekillenip belirli ölçülerde örgütlenebilirse?
İşte bu, yeni, taze ve gerçekten ilerletici teorik/ideolojik üretimi ve tartışmaları gündeme getirecek, daha doğrusu dayatacaktır.
“Demirbaş” gündemlerde laf etmesini biz de biliriz!
Ama bıktık be kardeşim…