Yeni kitabım Bestseller Okuma Kılavuzu, bugün matbaadan geliyor. Akşam saatlerinde, saat 18.00’de, İstanbul Tüyap Kitap Fuarı’nda kitabın adını taşıyan bir söyleşide konuyu ele alacağım. Kitabın haberini duyurmuşken, biraz da ipucu vermek istiyorum. Önsözünün bir bölümünü burada yayınlıyorum.
Yazarların, gazetecilerin, milletvekillerinin, devrimcilerin, emekçilerin hapse atıldığı koşullarda Önsöz de hapishaneyle başlıyor:
***
Hapishaneleri alfabenin harfleriyle sınıflandırıyorlar. E Tipi cezaevi diyorlardı, sonra F Tipi’ni inşa ettiler. Siyasi mahkûmları F Tipi’nin hücrelerine kapatmak için katliamlar düzenlediler. Yirmi yıllık bir tarihi var, düzenin işleyişinin bilincine varan ve değiştirmek için mücadeleye girenleri F Tipi’nde hücrelere kapattılar. Yalnızca E ve F Tipi mi, alfabenin bütün harflerini hapishanelere vermişler; T, H, R Tipi de var. Benim bilmediğim başkaları da…
Bizim çocukluğumuzda alfabeyi harfleri simgeleyen varlıklarla öğretiyorlardı. A’nın öğretiminde At’ı okuyorduk. T ile Top’u görüyorduk. U, uçurtma; K, kuştu. A, ağaçtı; B, balık; C, ceviz. Bizim çocukluğumuzda da F, faşistti; şimdi de faşistin F Tipi hapishanesi.
Hapishaneleri alfabenin adlarıyla sınıflandırmak ne kadar acı. İnsan aklını okuma yazmaya açan, bilgi birikimini sonraki kuşaklara da aktarmaya olanak sağlayan, insanlığın tarihine simgesel anlamda da olsa başlangıç oluşturan yazı ile hapishanenin özdeşleştirilmesi ne kadar trajik.
Türkiye’de F Tipi hapishaneler inşa edilirken, dünyada da “tarihin sonu” felsefesi modaydı. Okul kitaplarında yazı’yla başlattıkları tarihi, alfabenin harfleriyle simgelenen hapishanelerle mi sona erdiriyorlardı? Modalar çabuk eskir, “tarihin sonu” felsefesini mucidi bile terk etti, bugün unutulup gitti ama hapishaneler yetmedi, yenileri inşa ediliyor. F Tipi’nin üzerine S Tipi geldi; daha uzun, Silivri, diyoruz. Yetmeyince doldur boşalt yapılıyor. S Tipi’ne artık cezaevi de demiyorlar, o, “kampüstür”. Alfabenin harfleriyle adlandırılan hapishaneler demek ki okul özelliği taşıyor. Milletin iradesi ya da demokrasinin iktidarı felsefesine kuşkuyla bakanlar için “ikna odası” işlevi görüyor. İkna odası varsa, büyük bir korku ve kriz vardır.
Bugün korkunun ve krizin çığlıklarını, alfabenin harfleriyle simgelenen hapishanelere insan taşıyan baskınlarda duyuyoruz.
***
Hapishaneler, tersinden de okul işlevi gördüler. Orhan Kemal edebiyat öğretmenini, Nâzım Hikmet’i Bursa Hapishanesinde bulmuştu. “Nâzım Hikmet’le Üç Buçuk Yıl” kitabı var. Edebiyat tahsilini hapishanede yapan yazar, dışardaki yaşamda da hep hapishaneyi görür; düzenin görünmeyen hapishanesinin duvarlarını yazdıklarında buluruz. Orhan Kemal, Dünya Evi romanında kendisinden yola çıkarak yarattığı, fabrikada kâtip yeni evli genç adamı kuşatan, “yirmi dört lira doksan beş kuruştan” ibaret bir hapishane duvarını roman boyunca görünür yapar. Genç emekçinin her adımında karşısına, aylık maaşı yirmi dört lira doksan beş kuruşun belirlediği duvarlar çıkar. Gerçekçi yazar, günlük yaşamda görünmez olan düzenin bu türden duvarlarını göstererek bizi özgürleşme yolunda adım atmaya çağırır.
Düzenin hapishane ağlarına teslim olmadan yaşam mücadelesini sürdürme direncini, insan onuruna yaraşır iş ve ekmek kavgasını Orhan Kemal’in yazdıklarında görebiliriz. Bu aydınlanmayla en azından kafalarımızda özgürleşiriz. Hapishaneleri yıkacak bilince erişiriz. Orhan Kemal’in öğretmeni, “Asıl en kötüsü, bilerek, bilmeyerek hapishaneyi insanın kendi içinde taşıması” diyordu ya, asıl en kötüsünü yenmek için gerçekçi edebiyatla bilinç ve duyarlılık kazanırız.
***
Düzenin hapishaneleri ve ikna odaları her yerdedir. Her gün evlerimize giren televizyon tartışmalarında iktidarın demokrasisine ikna ediliriz. Bu demokrasinin her köşesini kaplayan hapishane duvarlarını görmememiz için retorik, belagat, edebiyat seferber edilir. Bugünün yirmi dört lira doksan beş kuruşu, asgari ücretle sınırlı hapishanelerimiz bilmezden gelinir. Edebiyatla gözlerimize, aklımıza, bilincimize duvarlar örülür.
***
Düzenin bu görünmeyen, teşhis edilmeyen ama etkinliğini tırmanarak sürdüren edebiyat hapishanesine B Tipi ya da S Tipi diyebiliriz. Best-Seller edebiyatıdır.
Bestseller Okuma Kılavuzu’nda bu edebiyatın teşhis ve teşhirine bir giriş yapıyorum.
***
Tekeller düzeni, uçsuz bucaksız, insanı her alanda sınırlayan bir T Tipi hapishaneden ibarettir.
B ya da S Tipi edebiyat, bu hapishanenin en acımasız ve pervasız departmanlarından biridir. Bestseller kitaplar aklı, başkaldırıyı, umudu silmeye ve kapatmaya hizmet ediyorlar. Kapatmak ve silmek için, insanın toplumu akılcı düzenleme yolunda giriştiği devrimci mücadeleye yönelik küfürlerden bir edebiyat çıkarıyorlar. Kılavuz’da eleştirdiğim örneklerin bu niteliklerini gösterebildiğimi düşünüyorum.
***
Bektaşinin hikâyesini bilirsiniz. İki şişe şaraptan hangisinin iyi olduğunu öğrenmek için uzmanına soruyorlar. Baba Erenler, şaraplardan birinden bir yudum aldıktan sonra, içmediğini göstererek, “Bu iyi” demiş. Hemen itiraz geliyor, “Nasıl anladın, daha tadına bakmadın ki?” Bektaşi uzmanlığından emindir, içtiğini bilir: “Bundan daha kötüsü olamaz!”
Bestseller Okuma Kılavuzu’nda beş bestseller kitap inceleniyor. Her birini okurken, ben de, yeter, diyordum, bundan daha kötüsü olamaz. Bayağılıkta birbiriyle yarışıyorlar. Neden bu çalışmayı yalnızca beş kitap ve yazıcıyla sınırlı tuttuğumu sorgulayacak olanlar için yazıyorum; yeterlidir hatta fazla bile. Bilim ve eleştiri, sonsuz gerçeklikte seçme ve sınırlama yapmazsa iş görebilir mi? Beş tipik bestseller kitap, iktidara yapışık bu bayağı edebiyatın anlaşılması için yeterlidir.
Bayağılık ve çirkinlikte derece arayışı beyhude bir iştir.
***
Bu beş kitap, kelimenin tam anlamıyla bestseller olmuşlardır. On binlerce satıldılar; kimileri için yüz binlerden söz ediliyor. O. Pamuk örneğinden, satış ile okunma arasında örtüşme olmadığını biliyoruz. Bu kitapları okumayanlar da alıyorlar. İşe gidip gelirken aylarca çantalarda süründürülse de, sonuna gelindiğinde başı bütünüyle unutulmuş olsa da, bestseller kitaplar, günümüz okur kitlesinin temel edebiyat kültürünü oluşturuyorlar. Bunlara edebiyat denecekse, sistemin propaganda edebiyatı denilmesinin daha uygun olduğunu düşünüyorum. Beşinin de ortak özelliği, Türkiye’nin son on beş yılının iktidar ideolojisine çok uyumlu olmalarıdır.
Bestseller edebiyat, dinci iktidar gibi yeni bir tarih yazımı peşindedir. Burada incelenen örneklerinden Elveda Güzel Vatanım, tarihi roman olma iddiasıyla, yakın tarihimizin neoliberal-dinci gözle yeniden yazımından ibaret. Kurgusu bile kronolojiye dayanıyor. O. Pamuk’un Tuhaflık’ı ise gazete haberleri yüzeyselliğinde, 60’lardan bugüne köyden kente göç ve siyasal çatışmaların tarihini yazıyor. Yazdıklarında ne roman, ne tarih bulabiliyoruz ama iktidarın tarih görüşüyle birebir örtüşüyor. Türban’a 60’lara giden bir geçmiş uyduruyor. 12 Eylül mantığıyla sağ-sol çatışması yazıyor. Gecekondulaşmayı, emekçilere de pay düşen pazarlıklarla yürüyen soft bir rant alanı olarak gösteriyor.
Tarih yazma peşindeler, tarihin motoru sınıf mücadelelerini görmezden geliyorlar. Roman yazma peşindeler, ne karakter yaratabiliyor ne de kurgu yapabiliyorlar.
Hepsinin ortak özelliği, bitmek bilmeyen bir monolog oluşları. Yazdıkları, dört yüz sayfanın altına inmiyor, altı yüz sayfaya ulaşanlar var. Kişileri tekbenci evrenlerinde konuştukça konuşuyor. Vıdı vıdıdan roman çıkarıyorlar.
Diyalog yoktur, yalnızca monolog; sanki hücreye kapatılmışlar. Tekeller düzenine çok uygun bir sonuçtur. İnsanlar arasındaki insani bütün ilişkileri ortadan kaldıran ve her şeyi piyasanın nesnesi kılan bir düzende insan, çevresi ve insan ilişkileri silinmiştir. Bestseller edebiyatının bir monolog olması bu gerçeğin natüralistçe dışavurumu olarak anlaşılabilir. Tekellere göre insanı yeniden tarif ediyorlar; toplumsallığı çökertilmiş, sevgi gücü törpülenmiş, yaşamayan bir insanı yazıyorlar.
Bizim insan arayışımız ise çok köklüdür. Çok uzaklardan geliyoruz, emekçilerin başkaldırısının çocuklarıyız.
***
İNSAN ARAYIŞI
Gönülden kırılsam da
Nereye gitsem arıyorum
İnsanı kucaklayan
Söz bakış kavga olmasaydı
İnsan nasıl insan olurdu
Sesimi içime alıp gidiyorum
Gönülden kırılsam da
Sevgimi dostluğumu korurken
Sabrın gücüne yaslandım
Yüz yüze dünya kurmanın
Sıcaklığını arıyorum
Düşünürken
İnsanı kucaklayan
Söz bakış kavga olmasaydı
İnsan nasıl insan olurdu
Sabrın gücüne yaslandım
Kirlenmeden acımı yaşıyorum
Mustafa Göksoy
***
Şair dostum insan arayışımızı, söz bakış kavga’yla özdeşleştiriyor. Eleştiri, emekçi dünyasından bakış’la söz’ü kavga silahı
kılmaktır.
***
Nasıl satıyor ve okutuyorlar? Kılavuz’un son bölümünde, eleştirmen sayılsalar da, gerçekte bestseller pazarlamacısı olanları ele alıyorum. Tatsız endüstriyel tavuğa, laboratuvarlarda üretilmiş yapay soslarla lezzet katan restoran zincirlerinin yaptığına benzetiyorum; bu bölüm, “Bestseller Sosları” başlığını taşıyor.
“Eleştirmen” pazarlamacıların övgü sosları bu bayağı, yenmez yutulmaz edebiyatı tatlandırırken, bir üretim ve pazarlama zinciri olarak kurulan ve işleyen sistem, mamulü her yere ulaştırıyor. Övgüleri ödüller pekiştiriyor, medya tezgâhı dolaylı ve daha etkili reklam yapıyor, tekelleşmeyle paralel, AVM’lerde zincir kitabevleri vitrin düzenlemesiyle bestseller dayatıyorlar.
Bestseller edebiyatı halkımıza bir dayatmadır. Edebiyat da, tekelci piyasanın rekabetsiz, seçeneksiz dayatmasına tabi kılınmıştır. Bu edebiyatın bu ölçüde niteliksiz, bayağı oluşunu bu nesnelliğe bağlayabiliriz. Zaten birkaç ay arayla bestseller kitaplar değişiyor, sırasını savan yerini yeni gelene terk ediyor. Bitmeyen tv dizileri gibi, kitapların adı değişse de yazılan ve anlatılan hep aynı kalıyor; düzene uygun bir tarih ve insan için bitmeyen monologlar desem de, bugünün iktidarına daha uygun düşen kavram vaazdır; yaşamı vaaza indirgiyorlar.
Burada eleştirilen bestseller kitapların içinde vaaz kavramını Ahmet Altan’ınkinden çıkardım. Küfür romanlarının mucidi olarak, yakın tarihin iktidarlarına son derece duyarlıdır. Sosyalizme düşmanlığını, dinci iktidarla birlikte Cumhuriyet’e ve laikliğe genişletebiliyor. Yine de yetmiyor ki, S Tipi’ne konmuştur. Çünkü bestseller propaganda edebiyatı başarıya ulaşmıştır. Yazdıklarıyla yaşamı bitmeyen monoloğa ya da vaaza indirenlerin, tekelci düzenin tekbenci vaazında nüansları bile artık fazlalık görülüyor.
***
Muhalefetsiz iktidar, tenkitsiz edebiyat dünyasındayız. Bu edebiyatın en büyük korkusu eleştiridir. Bu edebiyatın tarihinde yakılmış, kurşunlanmış, bombayla parçalanmış eleştirmenler bulunuyor. Bestseller Okuma Kılavuzu’nun girişi eleştirinin gerekliliğine ayrılmıştır. Bestseller dayatma, eleştirinin etkisizleştirildiği koşullarda bu ölçüde başarılı olmuştur.
Kılavuz’umuz, eleştirinin ölçme, değerlendirme, yargılama gücünü bestseller dayatmaya karşı çıkarıyor. Eleştirinin
müdahalesiyle canlanacak estetik mücadele, bayağı edebiyatı algılayabilen ve reddeden okuru yaratacaktır.
***
Eleştirmenleri yok edilmiş Türk edebiyatı tekellerin hapishanesine düşmüştür. Özgürlüğünü eleştiri olmadan kazanması imkânsızdır.
***
Bestseller Okuma Kılavuzu, sömürücüler ve vaazcılarından kurtulmak için bir söz’dür.
Eleştiri’yi canlandıramaz, kurtuluşa giden yolu açamazsak, tekeliyet düzeninin labirent hapishanelerinde kaybolup gideriz.