Barış mı kopuş mu?

Geçtiğimiz günlerde basına bir haber yansıdı. Tutuklu dört mahkum, yasal tutukluluk süreleri dolmuş olmasına rağmen mahkeme tarafından tahliye edilmedi. Mahkeme ise bu keyfi tutumunu şu sözlerle gerekçelendiriyordu: “Nasıl olsa size beraat çıkmaz, o yüzden kalın hapiste”.

Sosyalist harekette bazı kesimlerin Türkiye’nin gündemindeki barış sorununa yaklaşımı biraz buna benziyor.

“Nasıl olsa sosyalizm olmadan barış olmaz”.

Buraya geri döneceğiz. Önce biraz “teori”.

***

Alman marksist felsefeci Hans Heinz Holz şöyle diyor: “Esasında kötü olan, ‘küçük adımlar’ ve ‘parça parça iyileştirmeler’ değildir; küçük adımlar ve parça parça iyileştirmeler, gündelik politik çalışmanın içeriğini oluşturur ve onun mükafatıdır. Bu küçük adımların, nihai amacın somutlaşmasına katkıları vardır. Küçük adımlar, nihai hedefin sadece kafada üretilmiş bir ütopya olmadığını, tam tersine gerçek, yani hayata geçirilebilecek bir olasılık olduğunu gösterir”.

İlk bakışta, en bilindik reformizm savunularından biri gibi görünüyor.

Oysa Holz’un yaklaşımı, reformizm şöyle dursun, güncel taleplerdeki kazanımların nihai hedefle bağlantılı olduğunu savunmaktan ibaret dahi değildir. Holz, sadece taktik olarak değil, teorik olarak da başka bir düzleme işaret etmektedir. Çünkü yukarıdaki paragrafta, “küçük adımlar” ile nihai hedef arasında olumlu bir ilişki de kurulmaktadır. “Küçük adımlar”ın nihai hedefi olumladığı, doğruladığı, hatta kanıtladığı ileri sürülmektedir.

Bu yaklaşım, Lenin’den ve Rosa’dan bu yana takip ettiğimiz siyasal mücadele tarzının özel bir ifadesinden başka bir şey değildir aslında. Çünkü hem Lenin hem de Rosa, reformist siyasal stratejilere şiddetle saldırırken, nihai hedef için yürütülen mücadelede elde edilen her kazanımın ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır. Diğer bir deyişle, Lenin ve Rosa güncel kazanımlar ile nihai hedef arasına bir karşıtlık koymak şöyle dursun, bu karşıtlığın konmasına, reformizmin bu karşıtlık sayesinde meşrulaştırılmasına karşı çıkmışlardır. Lenin’de ve Rosa’da güncel kazanımların sosyalizme ihtiyaç bırakmayacağı fikrine itiraz vardır, yoksa bunların önemsiz olduğunu söyledikleri tek bir satır yoktur.

Demek ki, güncel kazanımlar ile nihai hedef arasında bir uçurum olduğunu vaz etmek, devrimciliğin değil, reformizmin teorik temeline uymaktadır.

Ve devrimci strateji, güncel kazanımlar ile nihai hedef arasındaki ilişkiyi, pragmatik olmaktan çok, diyalektik biçiminde kavramaktadır. Nihai hedefin somutlandığı ve bir “ütopya” olmaktan çıkıp gerçek bir alternatif haline gelebildiği olumlu bir diyalektik ilişki olarak.

***

Dönelim “nasıl olsa”cılığa.

Kimsenin inkar ettiği yok elbette, bugün Türkiye’de bir barış ihtiyacı vardır.

Peki, bu barış nasıl sağlanacak?

İşte söz ettiğimiz yaklaşım, bu soruya “sosyalizm olmadan barış olmaz”, “bu düzende barış olmaz” şeklinde yanıt vermektedir.

Yanlış mı? Eğer kalıcı ve hakiki, her türlü sömürü ve baskı ilişkisinin tasfiye edilmesiyle pekiştirilmiş bir barıştan söz ediyorsak yanlış değil elbette.

Ama bu defa da bir başka soru çıkıyor karşımıza.

Peki, barış olmadan sosyalizm nasıl kurulacak?

Yani bu ülkenin halkları arasında kardeşlik ve barış tesis edilmeden Türkiye’de sosyalizm hedefine nasıl ulaşılacak? Bir barış, kardeşlik ve kader ortaklığı şimdiden inşa edilmeden, sosyalizmde barışın, kalıcı ve hakiki bir barışın mümkün olduğu, bir hayal ya da rüya olmadığı nasıl anlatılacak?

Sosyalist harekette bir anlayış, kendisini tam da bu şekilde kısır döngüye mahkum etmektedir.

“Sosyalizm olmadan barış olmaz. Ama barış olmadan da sosyalizm olmaz.”

Bu kör çemberin kırılması mümkündür, çünkü gerçekte böyle bir çember yoktur. Bu çember, dogmatik ya da sekter kafalarda, bilinçlerde, zihinlerde vardır. Sosyalizm mücadelesinin güncel barış ihtiyacına yanıt veremeyecek ölçüde ütopikleştirilmesi zaten mümkün değildir. O halde, yapılması gereken sosyalizm mücadelesinin stratejik ve taktik zenginliğini kullanarak ülkemizin yakıcı ve hayati sorunlarına çözümler üretmeye başlamaktır.

***

Birkaç nokta bizler açısından sabittir.

Bir; Türkiye’de sosyalizm bu topraklarda yaşayan farklı etnik veya kültürel kökenlerden emekçilerin ortak ve bir arada yürüttükleri sınıf mücadelesinin eseri olacaktır.

İki, sosyalizme ulaşılmadan işsizlikten kadın cinayetlerine, etnik baskıdan gericilik tehdidine kadar hiçbir güncel sorunda nihai ve kalıcı çözümler sağlanamayacaktır.

Üç; sosyalist hareketin toplumsallaşması ve iktidar arayışına girmesi için, tutarlı bir sınıf politikasının yanı sıra, güncel sorunlara dair etkili mücadele yaklaşımları geliştirmesi ve kimi kazanımlarla hem daha geniş kitleleri yaklaşımına ikna etmesi hem de meşruiyetini arttırması şarttır.

Dört; Türkiye’de güncel mücadele başlıkları açısından barış konusu özel bir önem ve ağırlık taşımaktadır, çünkü Türk ve Kürt halkının arasına düşmanlık duygularının girmesi, sosyalizm mücadelesinin aradığı birlik ve ortaklığı imkansızlaştıracaktır.

Beş; Türkiye’de halklar arasındaki kardeşlik ve barış, başta Haziran Direnişi olmak üzere, son yıllardaki mücadele pratikleri sayesinde önemli bir mevzi haline gelmiştir ve sosyalistlerin bu mevziyi kıskançlıkla koruması AKP karşıtı mücadelenin yükseltilerek sürdürülebilmesi için yaşamsaldır.

Bu sayılanlar dışında, Kürt hareketinin tercihleri, liberallerin barış mücadelesini yerleştirmeye uğraştığı zemin, AKP veya ABD’nin bu mücadelede bir muhatap olarak kabul edilmesi, barış sorununun pazarlık masalarına taşınması gibi noktaların her biri en keskin eleştirilerin konusu olmalıdır. Ancak bu eleştirilerin, “nasıl olsa sosyalizm olmadan barış olmaz” sinikliğiyle barış mücadelesini önemsizleştirmesine izin verilmemelidir.

Barış mücadelesi önemsizleştirilmemelidir, çünkü bugün Türk ve Kürt halkları arasında yaşanacak bir duygusal kopuş, hızla tarihsel ve siyasal bir kopuşa da dönüşecek, Türkiye işçi sınıfının ve emekçilerinin birliği ve ortaklığı ortadan kalkacak, sosyalizmin sınıfsal ve toplumsal dayanakları muazzam ölçüde daralacaktır.

Barış, her şeyden çok, bu kopuş tehlikesine karşı kazanılmalıdır.

Yoksa, “nasıl olsa sosyalizm olmadan barış olmaz” diyenlerin kendilerine başka meşgale bulmaları gerekir.

Çünkü ülkemizdeki halklar arasında barış ve kardeşliğin tesis edilmesi geleceğe havale edilecekse, “nasıl olsa sosyalizm de kurulmaz” bu ülkede.