Üniversitelerin açılmasıyla beraber öğrencilerin barınma sorunu gündeme geldi. Devlet yurtlarının sayı ve yatak kapasitesinin çok yetersiz olduğu şehirlerde, kiralık ev bulmak neredeyse imkansız, bulunan evler ise bir öğrenci bütçesini bırakın, herhangi bir ücretli çalışan için bile ödenemez rakamlara çıkmıştı. Barınma sorunu yalnızca öğrenciler için değil, tüm yurttaşlar için giderek can yakıcı bir sorun haline geliyor.
Ağustosta uluslararası bir emlak firmasının açıkladığı çalışma sonucu, son 12 aylık fiyat değişimine göre dünyada ev fiyatlarının en fazla arttığı illerde birinci sırayı %33,9’luk artışla İzmir’in, %30,3 ile ikinci sırayı Ankara’nın ve üçüncü sırayı ise %28,8 fiyat artışıyla İstanbul’un aldığı görülüyor. Bir kez daha dikkat çekmek isterim ki bu artışlar Türkiye çapında değil dünya çapında. Türkiye'deki ev fiyat yükselişinin temel nedenlerinin yüksek enflasyon ve Türk lirasındaki değer kaybı olduğu belirtiliyor. Yalnız bu kadar da değil.
TÜİK’in bu hafta açıkladığı 2021 Eylül verilerinde, konut satışlarında bir önceki yıla göre %18,3’lük bir düşüş görülüyor. Yine TÜİK’in raporlarına göre Türkiye’de son 8 yılda yaklaşık 4,6 milyon konut satılırken şu anda stokta (satılacak durumda) 1,5 milyon konut bulunuyor. 2018 yılında döviz fiyatlarındaki müthiş artış, inşaat maliyetlerine yansıdığı için 2019’dan sonra konut yapımı yavaşladı ve satışlar daha çok stoklardan karşılandı. Aynı süreç içinde Türkiye ekonomisi ise yerinde saydı. Resmi rakamlara göre 2018’de büyüme reel olarak %3 artış gösterirken, 2019 yılında %0,9 ve 2020 yılında ise 1,8 oldu. Dolar bazında ise kişi başına düşen milli gelir son 7 yıldır düşüş içinde. Yani Türkiye ekonomisi dolar bazında 7 yıldır aralıksız küçülüyor. Son yıllarda anlamlı bir ekonomik büyüme yok.
Buna rağmen gayrimenkul fiyatları dolar bazında olmasa bile reel olarak artış içinde. TCMB konut fiyat endeksine göre 2017’den beri gayrimenkul fiyatları %85 artmış durumda. Aynı dönemde enflasyon ise 2021 Eylül ayına kadar %60 civarında… Yani gayrimenkul fiyatları ortalama bir hesapla son 4 yılda reel olarak %25 değerlenmiş vaziyette.
Yine TÜİK verilerine göre son 8 yılda kiracılık oranı 21,3’ten 26,2’ye çıkmış. Yani bu süreç içinde yurttaş mülksüzleşmiş.
O zaman soru açıktır: Ekonomide anlamlı büyüme olmaması ve yurttaşın mülk sahipliğinin düşmesine rağmen fiyatlar neden artmakta ve kimler mülk sahibi olmaktadır? Burada yabancı alımları ilk akla gelen nedenlerden biri. Özellikle bu yıl yabancı alımlarında bir artış görülmekte. Ama TÜİK verilerine göre son 8 yılda sadece 220 bin konut yabancılara satılmış. Bu da tüm satışlar içinde %5 gibi bir orana denk geliyor ki fiyat artışları bu alımlara bağlanamaz.
Açıktır ki ekonominin belirsizliği, faizlerin oynaklığı ve döviz fiyatlarındaki zaman zaman yüksek ataklar sermaye sahiplerini gayrimenkule yönlendirmiş. Böylece başta inşaat şirketleri, ellerindeki mülkleri ucuza satmamakta ve bünyesinde tutmaktadır. Anılan süreç içinde devlet politikaları, özellikle büyük sermayeye ve ¨beşli çete¨ nam lakabıyla anılan iktidara yakın gruplara sermaye transferleri yapmaktan ibarettir.
Bu transferler sadece doğrudan ihale yoluyla değil, kimi zaman arazi tahsisi, kentsel dönüşüm, ucuza arazi satma, acele kamulaştırma gibi yöntemlerle de olabilmektedir. Son yıllarda paranın gidecek yer bulamamasından dolayı sermaye, gayrimenkule yönelmiş ve fiyatları şişirmiştir. Bu durum barınma sorununa yol açarken aynı zamanda halkın mülksüzleşmesini de getirmektedir.
Kent ve kentsel mekan, aynı zamanda bir kamu alanıdır. Henri Lefebvr ve David Harvey’in çalışmalarından beri biliyoruz ki, mekan “insanı biçimlendiren ve onun tarafından biçimlendirilen” bir mücadele/mübadele alanıdır. Bu nedenle de kamusal alan, sermayeyle savaşın önemli uğrak noktalarından birisidir. Gezi Direnişi bu duraklardan birisiydi. Bugün İstanbul Validebağ Korusu ya da Rize İkizdere mücadelesi, sadece çevreci bir karşı duruş değil, yaşam alanlarını vahşi sermayeye karşı korumanın da adıdır.
Öğrencilerin barınma sorunu sadece yurtların yetersizliği ya da ev sahiplerinin fırsatçılığı ile açıklanamaz, bizatihi sermaye aktarım sürecinin ve sermaye birikiminin bir sonucudur.
Bu nedenle çevre ve kent mücadelesi, sermayeye karşı mücadelenin en önemli alanlarından birisidir.