“Dünyanın durumu” deriz… Bölgeye bakar Suriye’deki son gelişmeleri değerlendiririz… Türkiye’ye dönüp AKP rejiminin niyetlerini irdeleriz, siyasal yaşamdaki olası değişimleri kestirmeye çalışırız… Kürt hareketinin bundan sonra yapabileceklerine kafa yorarız, vb.
Bunları zaten yapıyoruz.
Ne var ki Türkiye solunun, hepsi isabetli de olsa bu değerlendirmelerin ötesine geçip süreçleri doğrudan etkileme, hele hele değiştirme açısından sıkıntılı bir dönemden geçtiğini de biliyoruz.
Şimdi, soru şu: Bir özne sayarsak, Türkiye solunun henüz üzerinde fazla etkili olamadığı daha “genel” süreçler dışında doğrudan kendi iradesiyle şekillendirebileceği başka bir alandan ya da süreçten söz edilebilir mi?
Yanıtımız şudur: Türkiye solu, kendi teorik, ideolojik ve siyasal çerçevesini yenileyip güçlendirebilir; bunu yaptığında, yapabildiğinde, pek nüfuz edemediği süreçler üzerindeki etkisini artırma şansı da yüksek olacaktır…
Kastedilen, 20-25 yıl öncesinin o malum “yenilenme” faslı değildir.
Açmaya çalışacağız.
***
Türkiye solunun son dönemi, kendisine “sol” yanlarını da gösteren, ama sonuçta dikkat dağıtıcı/oyalayıcı (distraktif) etkilere yol açan üç siyaset odağı tarafından fazlasıyla, yani gereğinden fazla belirlenmiştir: Liberallik, ulusalcılık ve Kürt hareketi…
Kestirmeden giderek diyoruz ki bugün gelinen noktada Türkiye solu, kuşkusuz farklı bağlamlarda olmak üzere, bunların her birine göre kendi konumunu geçmiştekinden çok daha net ve etkili biçimde ortaya koyma şansına sahiptir.
Bakalım:
Liberallik: AKP rejimi sayesinde (!) teorik ve ideolojik açıdan ciddi darbeler almış, cazibesini büyük ölçüde yitirmiştir. Ancak, siyaset söz konusu olduğunda kendine özgü yüzsüzlüğü ve arsızlığıyla yeni bir çıkış arayışı içindedir.
Ulusalcılık: Tam anlamıyla lümpenleşmektedir. Kökenindeki “ulusal kurtuluşçuluk” mayasının zamanla uğradığı dejenerasyonun tepe noktasına ulaşmıştır. Bir dönem istismar edip tepe tepe kullanmaya kalktığı cumhuriyetçilik silahını elinden çekip almanın koşulları vardır.
Kürt hareketi: Yakın geçmişte başarı sağladığı “Türkiyelilik” çıkışı yara aldığı gibi, “sola da bakan”, daha önemlisi “solu da kendine baktıran” yanları, kendisi böylesini istesin istemesin, erozyona uğramaktadır.
Bu durumda?
Aynı sırayla devam edelim:
Liberallik: Tereddütsüz karşıya alınması gerekir. Teorik ve ideolojik iflasını, Erdoğan karşıtlığına sınırlı, sermayesinden “akil” AKP’lilere, emperyalist odaklardan cemaatlere uzanan bir cephedeki silkiniş beklentisiyle siyaseten örtmek istemektedir. Ciddi bir tehlike oluşu, Türkiye’ye solu paralize edici bir “liberalizm getirme” olasılığından değil, bir tür yeni AKP’ciliği “ileri adım” diye yutturma niyetinden kaynaklanmaktadır.
Ulusalcılık: Artık illallah dedirten “cumhuriyetçi kitleden kopmama” kaygısı aşılmalıdır. Elbette bu kitleden kopmak gerektiği için değil. Yatıp kalkıp bu kaygıyla siyaset yapmaya çalışanların nerelere kadar gidebilecekleri ortaya çıktığı için… Bir de şu: “Cumhuriyetçi kitle” ile onu temsile soyunan dejenere “ulusalcı” siyasal odaklar arasında, solun nüfuz edebileceği çok büyük bir açı vardır.
Kürt hareketi: Kürt halkının meşru taleplerini destekleme, bu halk üzerindeki acımasız baskılara karşı çıkma, ayrıca Kürt siyasetiyle iletişimi ve yerine göre dayanışmayı sürdürme ayrı bir meseledir. Ancak, Türkiye solunun, Kürt hareketine “senin sol ve solculuk anlayışın buysa benimki de şu” demesinde hiçbir sakınca yoktur ve tam da bunu demesi gerekir.
***
Evet, bugün Türkiye sol hareketi kimi süreçler üzerinde doğrudan etkili olabilecek güçte değil…
İyi de, yukarıda söylenenleri de mi yapamaz?
Üç odaktan söz etmiştik.
Denecektir ki “bütün bu sözlere ne gerek var; ‘emek-sermaye çelişkisindeki’ konumumuzu ortaya koyarız, saflar da, üçüyle olan mesafelerimiz de belli olur…”
Özünde doğrudur; ama bu çelişkinin kendini her zaman özel dolayımlarla ortaya koyduğu, siyasetin bu dolayımlar üzerinden yapılması gerektiği de doğrudur.
O halde, daha güçlü biçimde dinci gericilikle ödünsüz mücadele ve laiklik diyelim, “eskisi” değil yeni bir cumhuriyet diyelim ve kayıtsız şartsız emperyalizm karşıtlığı diyelim…
Bakalım o zaman ne diyecekler…