İYİ Partinin en büyük özelliği, hem muhalefete, hem iktidara ortak olmasıdır. Her ikisini de idare etmeyi başarabilmesi hiç zor olmuyor. Olmuyor, çünkü her ikisinin de ortasında konumlanabilmesini sağlayan şey, tam da siyasetsizliğin kendisidir ve İYİ Parti, bu siyasetsizliğin ortasında varlığını bir kilit olarak konumlandırarak, her iki tarafın da ekmeğini yiyor.
HDP ise kendi kilit rolünü, seslendirerek ve hatırlatarak korumaya çalışıyor. CHP’nin, milliyetçilerin, muhafazakârların, dindarların, solun, sosyalistlerin hassasiyetleri arasında, bir dengeye oturmaya çalıştıkça, siyaset yapma kabiliyeti daralıyor ve “kimsesiz”leşiyor.
Sürekli derdi anlatmaya, açıklamaya çalışan HDP görüntüsü ve sanki buna mecburmuş gibi bir havanın hâkim kılınması, gittikçe sinir bozucu oluyor. HDP’yi hesap veren bir pozisyona çekme çabası yeni değil elbette. “Terörö” diyerek başlayan her konuşma, her yazı, her açıklama HDP’yi hesap veren konumda tutmaya dönük bir stratejinin parçası olarak işletiliyor.
Hesap veren değil, hesap soran bir siyaset hattı kurulmadığı sürece, bu alan üzerinde büyütülen saldırılar, katlanarak ve genişleyerek, HDP’yi her alanda “mahkum etme”ye yönelecek.
Siyaset yapmanın tüm kanallarını kapatarak, HDP’yi tek bir alana sıkıştırarak hizaya çekme, olmadı “marjinal” olarak işaretleme ve nihayet Türkiye siyaseti için bir “tehdit” algısına sokarak, etrafını boşaltma, iktidar ile siyasetin diğer ana aktörlerince ortak bir kabul içinde götürülüyor.
Gözlerini, HDP seçmenine dikmeleri boşuna değil.
Son dönemde, HDP’ye oy verenlere dönük saldırganlığın, suçlamanın, onları “askere kurşun sıkan” olarak işaretlemelerinin altında, bu ortak uzlaşının olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Sadece HDP’yi siyaseten etkisizleştirmenin bir işe yaramayacağını biliyorlar, bu nedenle HDP seçmenini hedefe koyan dil, dört bir koldan tıslıyor.
Ne kadar seçmen koparırsak, ne kadar çevresini boşaltırsak, ne kadar eleştirinin hedefine koyarsak, o kadar HDP’yi işlevsizleştiririz anlayışı, en çirkin yöntemlerle devreye sokulmuş durumda.
HDP’nin tüm bunları görüp, hassasiyetler damarının içinde dolanması, “anlayışlı” ve “büyük resmi görmeci” tavrı ile durumu kotarma yaklaşımı, kuşatmayı tersine çevirmeye değil, aksine karşısında bulunan “devlet” blokuna daha fazla cesaret sunuyor.
Öncelikle, hem iktidar blokunun, hem ana muhalefet blokunun bu oyunun bir parçası olduğunun görülmesi gerekiyor. HDP, hem iktidarın, hem muhalefetin kaderini belirleyecek bir yerde duruyor. Saldırılardan ve yaratılan mağduriyetten doğan desteğin ilelebet kalıcı olamayacağını da bir kenara not etmekte fayda var. HDP = PKK propagandasının, esas olarak seçmenin verdiği desteği kriminalize etmeye odaklandığı çok açık ve yeni hamlelerle bunu derinleştirecekler muhtemelen.
Eğer siz bunu görüyor ve hala yürüttüğünüz kampanyanın ana odağına İmralı’yı koyup, dilinizi bunun üzerine inşa ediyorsanız, bilerek veya bilmeyerek, iktidarın elini ve zeminini rahatlatıyorsunuz demektir. Öte yandan İmralı’ya giden yolun, bugün cezaevinde olan ve etki güçleri ile meşruluk zeminini genişleten HDP’li siyasetçilerden geçtiğini görmemenin bedeli, İmralı içinde çok ağır sonuçlar doğurabilir.
Politikayı, klasik deyimle somut koşulların, somut tahlili üzerine kurmak yerine, kendiniz için en kolay ama kitleler için en zor olanı seçerseniz, şiddet ve devlet terörü katlanarak üstünüze geldiğinde, büyük bir sessizlikle karşılaşırsınız.
HDP’nin temsil ettiği güç ve aldığı desteğin, Millet İttifakı’ndan daha büyük, iktidar blokundan ise daha etkili olduğu gerçeği ortada devasa olarak duruyor. “Kimsenin ağzına bakmamak” olarak tarif edebileceğimiz “üçüncü yol” kavramı, bu yanıyla tam da en doğru zaman dilimi içinde bulunuyor.
HDP seçmenini “batan geminin malları” gibi gören ve onun üzerine çöreklenenlere karşı sözü en net yerden kurmanın vakti ise geldi geçiyor.
“Biz HDP’yi problemli görüyoruz, terörün gölgesinde görüyoruz. Dillerini problemli görüyoruz. Dolayısıyla TBMM’de bu üslupla siyaset yapmalarını uygun bulmuyoruz. Evet diyeceğiz” diye iktidarla ortaklaşan pespayeliğe, siyasetin gediğine taşı koyacak şekilde cevap vermek, seçmene duyulan saygıyı ve güveni tazeleyecektir.
“Büyük resmi görelim”cilik üzerinden, bir dengeye oturmaya çalışan, oturmaya çalıştıkça, gerçeğin gücünü -mış gibi yapmaya teslim eden her hal, sadece ve sadece, her iki blokun da iştahını kabartmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.
Elbette tüm sürecin yükünü HDP’nin sırtına yüklemek etik değil.
Sol, kendi rolünü oynayacağı bir hattı hızla inşa edebilirse, ittifak siyasetinde HDP’nin mecbur bırakıldığı zemin de zayıflayacak ve daha güçlü bir ittifakın önü açılacaktır.
İktidardan ve onun içinden çıkmış türev partilerinden gına gelmiş yüz binlerce insan var. “Umut” diye piyasaya çıkarılan sağcı partilerin vaat edebileceği hiçbir şey yok. İktidardan kaçanlara açılan tüm kapılar, yine iktidara çıkıyor. İşte hepsinin söylemi ortada.
Ama sol bir seçeneğin oluşması, merkez siyasetin tüm dengelerini değiştirecek şekilde yükselmesi, yükselen bir değer olması, yaşanır bir ülke hayalini büyütmeyecek sadece, kendimiz olmanın, bunu başarmanın da aracı olacak.
Ve, evet bu aykırı olmayı tercih etmekle ilgili.
Kötülükle benzeşmemektir çünkü aykırılık ve günümüz Türkiye’sinde en özgürlükçü, en bağımsız, en güven veren şeydir bu. Aykırı olmayı seçenler, değiştirme cesaretine en çok sahip olanlardır çünkü. Aşık Veysel gibi görmenin, Galilei gibi inat etmenin, Deniz gibi savunmanın, Nazım gibi düşlemenin aykırılığına sahip olanların ve bunu göze alanların sayısı, hiç de az değildir.