Aydınlar Partisi ne yaptı ve neler yapabilir?

Geçen hafta, iki sosyalist aydının, Ataol Behramoğlu ve İlhan Selçuk’un, on yıl arayla, Cumhuriyet’in yaşatılması için iki sağ partiden çare beklemesini eleştirerek, çözümün eyleme girişmekten, bir Aydınlar Partisi oluşturarak sol bir programı yaşama geçirmek için irade beyanında bulunmaktan geçtiğini yazmıştım[1]. Böyle bir Aydınlar Partisi için ilk aklıma gelen aydınları sıralamıştım. Yazıya gelen ilk tepkilerden biri, isim listesine oldu. Birkaç dostum listede neden kendi adının olmadığını sordu. Elbette, bu liste temsili nitelikte isimlerden oluşuyordu, harekaete geçildiğinde on katı, yirmi katına ulaşacak bir kurucular kurulu ortaya çıkacaktı.

Bir başka eleştiri ise, partilerin sınıflara dayalı olacağını, aydınların bir sınıf olmadığını, dolayısıyla aydınlar partisinin de olamayacağını öne sürüyordu. Türkiye’de kurulmuş partilere bakıldığında böyle bir sınıf-parti eşleşmesinin olmadığını kolaylıkla görebiliyoruz. Türkiye’de toplumsal yapıyı belirleyen kapitalist sınıf ile işçi sınıfı olduğu halde, kapitalist sınıfın çıkarlarını savunan çeşitli sağcı partiler olduğu gibi, işçi sınıfına dayalı birçok sol parti de bulunuyor. Sınıfsal bölünme ve çatışmaların siyasi yansımasını birebir saflıkta ve netlikte göremiyoruz. Sermayenin çeşitli fraksiyonları, ideolojik versiyonları ayrı partilerde örgütleniyor. Gücünü birlikten ve örgütlenmesinden alacak işçi sınıfının siyasi yansımasının çok sayıda partiye bölünmüş olması, bizim cephede de saflaşma ve netleşme sorunları olduğunu somutluyor.

60’LARIN İKİ AYDIN PARTİSİ

Aydınlar Partisi böyle bir siyasi ortamda, nesnel gereklilik kazanıyor.

Geçen yazıda, tarihimizde devrimlere öncülük eden partilerin büyük ölçüde aydın partileri olduğunu vurgulamıştım.

Türkiye’nin coşkulu, umutlu, harika 1960’lı yıllarına baktığımızda sahnede iki büyük aydın partisini buluyoruz. Türkiye İşçi Partisi, sendikaların kurduğu bir parti olmakla birlikte, gelişmesini ve etkili olmasını, üniversite hocası bir aydın, Mehmet Ali Aybar’ı başkanlığına getirmekle ve Türkiye’nin neredeyse bütün yazar, sanatçı, akademisyenlerini saflarına çekmekle sağladı. Türkiye’nin sorunlarına emekçi bakışıyla çözüm arayan, yaşama diyalektik maddeci felsefeyle yaklaşan, umudunu ve iyimserliğini tarih bilincinden alan sosyalist aydınlar ortaklaşa çalışmayla TİP’i 60’ların en etkili partisi yapmayı başardılar. 65 seçimlerinde Meclis’e 15 milletvekiliyle giren TİP’in parlamentoda etkili bir halk kürsüsü kurması sermaye partilerini perişan etmişti. TİP grubunda üniversite hocaları Aybar, Boran, Aren, yazarlar Yusuf Ziya Bahadınlı, Çetin Altan, hukukçu Niyazi Ağırnaslı, tıp doktoru Tarık Ziya Ekinci gibi aydınlar vardı. TİP milletvekillerinin tam bir aydın çalışmasıyla, araştırmalara dayalı verilerle hazırladıkları yasa önergeleri, bütçe konuşmaları karşısında sermaye partilerinin milletvekilleri cevap verebilmek için Meclis Kütüphanesi’nin yolunu öğreniyorlardı.

Sermaye partileri bir aydın ve işçi partisi olan TİP karşısında, “Bir daha asla!” dediler ve seçim sistemini değiştirdiler. Bugünkü yerinden kıpırdatılamayan yüzde 10 seçim barajı, sermayenin elli yıldır genlerine işlemiş TİP korkusunun eseridir.

Dönemin bütün yazarları TİP’liydi. Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Can Yücel, Fethi Naci, Yalçın Küçük TİP’teydiler. Tiyatrocular, sinemacılar, müzisyenler, ressamlar TİP’teydiler. 68 Kuşağının yetişmesinde TİP’in büyük katkısı oldu ve TİP’in parçalanmasında ve etkisizleşmesinde de bu kuşağın, MDD’ci çizginin büyük rolü oldu.

DOĞAN AVCIOĞLU’NUN PARTİSİ

60’ların ikinci aydın partisi, Doğan Avcıoğlu’nun Yön’üydü. 1961 Aralık’ında kapağında büyük bir soru işareti ve “Çıkmazdan Kurtuluş Yolu” başlığıyla çıkan ilk sayısında “Aydınların Ortak Bildirisi” yer alıyordu. 1041 aydının imzasıyla yayınlanan bildiride Türkiye’nin sorunlarına devletçilik gibi sosyalizan çözümler öneriliyordu. Yön bir dergiydi ama etkili yayıncılığıyla, Türkiye’nin sorunlarına çözüm arayan yazılarıyla, kapsadığı geniş aydın çevresiyle, Doğan Avcıoğlu’nun önderliğiyle dergiden öte bir aydınlar partisiydi. Zaten Yön’ü kapatıp 1969 yılında Devrim dergisini çıkarmaya başlayan ve örgütlenmesini ordu içine de yayarak iktidarı almayı hedefleyen Doğan Avcıoğlu’nun pratiği de bunu kanıtlıyordu.

60’ların iki önemli ve etkili aydınlar partisini, “toplumsal uyanış, iktisadi gelişmeyi aştı” diyen generallerin 12 Mart 1971 darbesi kapattı. 12 Mart en çok aydınları hapse attı. Sevgi Soysal, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda, Uğur Mumcu Sakıncalı Piyade’de 12 Mart’ın aydın hapishanelerini yazdı. İlhan Selçuk, Ziverbey Köşkü’nde gördüğü işkenceyi “akrostişli ifadesini” yazarak belgeledi.

Aydınlar ile devrimci gençler, 12 Mart hapishanelerinde buluştular, birbirlerini daha iyi anladılar. Deniz Gezmiş, anılarını Erdal Öz’e hapishanede anlattı, Gülünün Solduğu Akşam’ın notları koğuşta tutuldu.   

AYDINLAR PARTİSİ VE SOL AYDINLANMA

İki aydın partisinin etkin olduğu 1960’larda Türkiye’de büyük bir sol aydınlanma yaşandı. Üç sosyalist gazeteci İlhan Selçuk, Çetin Altan, İlhami Soysal yazılarıyla sol bilinci küçük kasabalara kadar taşıdılar. Muzaffer Erdost, Enver Aytekin, Süleyman Ege, Mehmet Ali Ermiş, Mehmet Ali Yalçın gibi yayıncılar mahkemeleri ikinci adresleri yapmayı göze alarak sosyalist literatürü yayınladılar. Nâzım Hikmet, uzun aradan sonra ilk kez Yön aracılığıyla yeniden yayınlandı. Şiirde 68 Kuşağı sahneye çıktı. Edebiyatımızın gerçekçi kanalı önemli eserler verdi. Orhan Kemal, Fakir Baykurt, Kemal Bilbaşar, Hasan Hüseyin, Talip Apaydın ve öteki gerçekçi yazarlarımız aydınlar partisinin yarattığı sol özgürlük havasında geniş okur kitlesiyle buluştu. Birçok sosyalist dergi bu dönemde binlerce okura ulaştı.

Nihayet, 15-16 Haziran 1970’te, “Türkiye’yi Sarsan İki Uzun Gün”, büyük işçi direnişi yaşandı. 60’ların politik aydınlanması pratik yansımasını Gebze’den Haliç’e uzanan bu büyük işçi kalkışmasında gösterdi. Vasıf Öngören, bu direnişin Zengin Mutfağı’nda yol açtığı büyük korkuyu ve sahneye giren sermaye köpeklerini tiyatroya taşıdı.

12 EYLÜL’DE AYDINLAR PARTİSİ

12 Mart Darbesi, en büyük yıkımı aydınlar üzerinde yaptı. Edebiyatımızın gerçekçilikten, biçimciliğe ve burjuva bireyciliğine kaymasının koşulları hazırlandı. 70’lerde iç savaş tırmandırıldı, ilk kurbanları aydınlar oldu. 70’lerde siyasi cinayetlerin katlettiği Bedrettin Cömert, Cavit Orhan Tütengil, Necdet Bulut, Ümit Kaftancıoğlu tanınmış aydınlardı. 70’lerde aydınlar ikiye değil, daha çok partiye dağıldılar. Ortaklığın gücü olmayınca, gelişkin ve etkili eylemler yapmak da mümkün olamadı. Ama yine de Türk edebiyatı ve sanatı büyük ölçüde toplumsal duyarlık yüklüydü. Gerçekçiydi ve soldaydı. Aydınların sesi politik arenada etkili olmasa da sanat ve kültürde belirleyiciydi.

12 Eylül Darbesi, politik hareketleri dağıtırken, aydınlar direnişin odağı olmaya başladı. 1980’de kurulan Yazko, Yazarlar ve Çevirmenler Kooperatifi, yayıncılığın olanaklarını kullanarak, 12 Eylül’e karşı aydın direnişinin odaklarından biri oldu. Yazko Edebiyat, Yazko Somut, Yazko Felsefe dergileriyle sol edebiyat ve kültür birikimi 12 Eylül günlerinde korunuyor ve yeni kuşaklara aktarılıyordu. Daha sonra Yalçın Küçük ile Aziz Nesin’in girişimiyle Ekin-Bilar kuruldu. Ankara ve İstanbul’da söyleşiler, imza günleri, sanat geceleriyle aydınlar faşizme karşı direnişi sürdürdüler. 12 Eylül’e karşı Aydınlar Bildirgesi, aynı süreçte hazırlandı. Yeniden bir aydınlar partisi, eyleme geçmiş, 12 Eylül’ün aşılması için irade beyanında bulunmuştu. “Aydınlar Dilekçesi Davası” 12 Eylül’ün buna cevabıdır. 12 Eylül, 12 Mart kadar olmasa da, aydınları hapishaneye kapatmayı ve uzun süre tutmayı politika bildi. Barış Derneği üyesi aydınlar uzun yıllar hapis yattılar. Ama 12 Eylül’ün etkisinin kırılmasında Yazko, Ekin-Bilar, Aydınlar Bildirgesi girişimleriyle somutlanan aydınlar partisinin büyük rolü oldu. 12 Eylül’ün işkencelerinin duyurulmasında ve uluslararası dayanışma sağlanmasında aydınlar görev üstlendiler. 60’lardaki gibi gelişkin ve etkili olamasa da bir aydınlar partisi vardı ve emekçi halkı için mücadelesini sürdürüyordu.

GERÇEKÇİ EDEBİYAT VE AYDIN YAZAR

12 Eylül, aydınlar partisine en büyük darbeyi içten vurdu; edebiyatın ana kanalını, gerçekçiliği kuruttu, burjuva bireyciliğini, sola ve toplumsal değerlere hakaret eden “küfür romanlarını” yükseltti. Bunun için medyalaşan basın ve sermayeleşen yayıncılık sektörünü kullandı. Edebiyat eleştirisinin yerini, kitap tanıtımı ve methiyesi aldı. Goebbels, Nazi Almanya’sında edebiyat eleştirisini yasaklamış ve yerine “edebiyat raporunu” getirmişti, 12 Eylül, her türden bayağı burjuva modernizmini ithal koşullarını hazırladı.  Edebiyatımız topluma, insana, yaşama yabancılaştı.

Bu edebiyatın yazarı artık aydın değildi. İnsanın özgürleşmesi, toplumdaki eşitsizliklerin ortadan kaldırılması için hiçbir kaygısı olmayan yazıcıların edebiyatıydı. Bu yazıcıların yetiştiği 12 Eylül fideliğinde aydınlar partisi nasıl yaşam bulacaktı?

2 Temmuz 1993, Sivas, büyük aydın kıyımı, karşıdevrimci partinin iktidara gelişinin ayak sesleriydi. Sosyalist gerçekçi eleştirmenimiz Asım Bezirci’yi Sivas’ta yaktılar.

12 Mart’tan sonra sosyalist aydınlar partisine karşı karşıdevrimci bir aydınlar partisi oluşturulmuştu. Karşıdevrimci aydın olamayacağına göre, bugün liberal dediğimiz, bu edebiyat ve sanatla uğraşan takıma, burjuvazinin “teknokratı” demek daha doğru olur. 70’lerin sonunda netleşen bu teknokratlar partisi, Birikim dergisiyle, İletişim Yayınlarıyla, 80’lerde Yeni Gündem dergisiyle sosyalist bilincin aşındırılmasında, gerçekçi edebiyat ve sanatın etkisizleştirilmesinde büyük rol oynadılar. Bu teknokratlar partisi, özellikle 90’lardan sonra aydınlar partisinin yıkılmasında ve dağılmasında çok etkili oldu. Batının gerici yazarları çevrilip Türk edebiyatına model olarak sunuldu. Küfür romanları bunlarca yayınlandı ve ödüllere boğuldu. Gerçekçilik devrini doldurmuş, geçmişte kalmış bir sanat anlayışı olarak kabul ettirildi. Edebiyat, aydın uğraşı, aydın yetiştirme toprağı olmaktan çıkartıldı. Burjuva teknokratları kendilerini “aydın” diye sundular. Reel sosyalizmin yıkılışı, gerici düşüncelerini yaymak için büyük bir boşluk sundu.

Sonunda aydınlar partisinin yerini aldılar. AKP yandaşlığı, “yetmez ama evet” alçaklığı bunların işidir.

SANATÇILAR GİRİŞİMİYLE CANLANAN

Bugün, 80’lerin başında olduğu gibi, kendiliğinden de çıksa, güçlü bir aydınlar partisinin olmayışı, karşıdevrimci teknokratlar partisinin kültür sanat alanını düzleyen bu icraatının sonucudur. Bu parti, Cumhuriyet’in çökertilmesinde en az AKP kadar pay sahibidir. Özellikle Silivri davaları sırasında, hapishaneye kapatılan cumhuriyetçilerin toplum gözünde suçlu hale getirilmesinde az çaba göstermemiştir. Bir zamanlar TİP’te, aydınlar partisinde ikbal arayan kimi fırsatçılar, bugün teknokratlar partisinin kanatları altındadırlar. Hemen Adalet Ağaoğlu, Oya Baydar gibileri aklımıza geliyor.

Aydınlar partisinin son canlanışı, Silivri Davaları karşısında tepki ve direnişle ortaya çıktı diyebiliriz. Bu yargılamalar başladığında Demirtaş Ceyhun ve arkadaşları hapishane kapısında protesto eden bir açıklama yapmışlardı. Bu direniş giderek aydınları bir araya getirdi, örgütledi. Tarık Akan’ın Silivri barikatlarını zorlayan fotoğrafı, 2010’larda yeniden canlanan aydınlar partisinin tarihsel anlarından birini simgeler.

29 Şubat 2012 tarihinde, Beyoğlu’nda, Ortaoyuncular Tiyatrosu’nda toplanarak AKP’ye karşı, “Bizler, Türkiye’nin tüm sanat insanları, ülkemizin geleceği için kaygılıyız. Evrensel aydınlanma değerleri, cumhuriyetimizin kazanımları yok ediliyor. Bağımsız düşünce demir parmaklıklar arkasında,” diye başlayan bildiriyi okuyanlar, aydınlar partisinin canlanma belirtilerinden biriydi. Ataol Behramoğlu ve Orhan Aydın’ın öncülüğünde örgütlenen Sanatçılar Girişimi, bu kapsamlı bildiriden sonra sanata yönelik baskılara, Fazıl Say’ın yargılanması benzeri birçok somut olaya tepki gösterdi. AKP’nin Türkiye’yi soktuğu karanlığa itiraz etti. Bostancı Gösteri Merkezi’nde “Reddediyoruz!” başlıklı bir etkinlik düzenledi.

AYDINLARIN REDDİ GEZİ’DE YANKILANDI

2012’de Sanatçılar Girişimi’ni oluşturan, Türkiye’nin aydın niteliklerini koruyan sanatçıları, AKP’ye karşı irade beyanında bulundu.

AKP’ye karşı Haziran Ayaklanması’nda, belli belirsiz bu Aydınlar Partisi’nin, Sanatçılar Girişimi’nin reddinin, oluşturduğu birikimin büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Yalçın Küçük, Demirtaş Ceyhun, Tarık Akan, Levent Kırca, Fazıl Say, Nihat Genç ve başkaları, AKP’ye, 2007’den başlayarak gelişen köklü bir aydın eleştirisi getirdiler. Sanatçılar Girişimi’yle bir aydınlar partisine kavuşan aydın tepkisi yankısını Gezi’de buldu.

Bugün ise, Türkiye’de büyük bir sessizlik vardır. Tek kişinin konuştuğu, büyük çoğunluğun reddiyesini içine akıttığı bir Türkiye’deyiz. Gerçekleri yüksek sesle dile getirecek, güzel geleceğin umut ve öfkesini duyuracak bir oluşuma, Aydınlar Partisi’ne ihtiyacımız var. Aydınlar Partisi, sol partilerin yerini alacak değil; topluma bilimin, felsefenin, sanatın diliyle seslenerek doğrultu kazandıracak, umut ve güven verecek bir odak olacak.

Yeter ki, çürümüş düzeni teşhir edecek bu odak olsun; onun yarattığı ışık ve enerjiden her parti payına düşeni alabilir.

Aydınlar Partisi, yeniden sanat ve edebiyatı toplumsal duyarlılık yüklü, davası ve kavgası olan bir etkinlik haline getirecek. Bayağı burjuva estetiğini geçersizleştirecek. İnsana vurulan kapitalist dinci zincirleri göstererek kırılması için ilham verecek.