Geçen yazımda küçük burjuva edebiyatının bazı özelliklerini yazmıştım. Şair Dostum Mustafa Göksoy telefon etti. “Yazın güzel ama asıl açılması gereken meseleyi, tırnak içinde yazdığın, aydın’ı açıklığa kavuşturmayı başaramamışsın” dedi.
Yazımı bitirirken kurduğum cümleler, çerçevesini içsel bir duyarlılığın, bugüne ilişkin isyan, umut ve öfkenin çizdiği biz’e yüklenen zorunlu görevi vurguluyordu: “Bugün edebiyatı da, aydın’lığı da küçük burjuvaların düşürdükleri çukurdan kurtarmak temel zorunluluklarımızdan biridir.” Biz, bugün ülkemizin her alanda bir sömürü cenderesine çevrilmesine itiraz ve isyan edenlerdik. Buradan çıkış için yol arayanlar, örgütlenerek mücadele edenlerdik. Marx, Engels, Lenin ile Rosa’dan beri bu mücadelenin, işçi sınıfına dayanması gerektiğini bilerek, sosyalist partilerde, sendikalarda, derneklerde gücümüzü birleştirerek verilmesi gerektiğine inananlardık. Bu mücadelede, içinde bulunduğumuz durumu, uğratıldığımız haksızlıkları, yalnız darbe koşullarında değil, yaşamın her alanını olağan bir faşizme çeviren tekelci düzende nasıl ezildiğimizi görecek ve gösterecek aydınlara, bunları herkesin algılayabileceği sanat eserlerine dönüştürecek yaratıcılara ihtiyacımız vardı. Yalnızca halimizi değil, geleceğe uzanan umut ve ütopyamızı da içeren, yalnızca olumsuzluğu sergileyen değil, neşe ve aydınlık da saçan bir sanat ve edebiyata…
İki yüzyıldan beri bu topraklarda düşünsel, edebi, sanatsal araçlarla hürriyet mücadelesine girişenlere “aydın” diyorduk ve bugün, bir avuç “son aydını” saymazsak, aydın’sız kalmıştık. Daha doğumunda insanının ve toplumunun yazgısına duyarlı bir edebiyatımız vardı ve bugün insansız ve toplumsuz bir yazıyı edebiyat diye pazarlayan piyasanın elindeyiz.
AKIL VE AYDIN YIKICISI FELSEFE
Büyük aydınımız ve aydın tarihçimiz Yalçın Küçük, seksenlerde, “aydın aklıyla mücadele eden insandır” tarifini yapmıştı. Seksenlerden beri dünyada ve Türkiye’de, tekelci düzenin en büyük savaşı akla ve mücadeleye açtığını biliyoruz. Postmodernizm aklı ve aydını öldürmek için egemenlerin açtığı savaşın sanatı ve felsefesi oldu. Bugün Postmodernizm, bilim ve felsefede azçok deşifre oldu, bayağılığı ve niteliksizliği açığa çıkartıldı ama sanatta ve edebiyatta etkili olmayı sürdürüyor. Akılcı eleştiri, yargılama ve değerlendirme ölçütlerinin yıkımı demek olan postmodern sanatta bayağılık bir estetik kategori haline getirilmiş bulunuyor. Piyasanın bütün insani değerleri sıfırlayan mantığı estetiğe de uyarlanmıştır. Bestseller edebiyat bunun en tipik örnekleriyle doludur.
Edebiyat ile aydın’ın çıkışı eş zamanlıdır; iç içe, birbirine bağlıdır. On dokuzuncu yüzyılın büyük aydınları, Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, aynı zamanda şair, romancı, oyun yazarıdır. Yirmi birinci yüzyılın aydın-sızlaşma koşullarında edebiyat-sızlaşma da yürürlüktedir. Aydın için edebiyat, edebiyat için aydın bir zorunluluktur. Yalçın Küçük, Tenkit kitabında bunu şöyle formüle eder: “Aydın yoksa, roman yoktur; aydın roman’dır ve roman’ın esansı aydındır. Balık’ın esansı deniz’dir ve deniz yoksa balık imkânsızdır. Aydın tükenmeye yüz tuttuğu için roman da tükenmektedir.* Aydınımızı romanımızda, romanımızı aydınımızda buluyorsak, bugün ikisinden de uzak ve yoksunuz diyebiliriz.
Hüküm Gecesi’nde bir Ahmet Kerim, Üç İstanbul’da bir Adnan, Mai ve Siyah’ta bir Ahmet Cemil, Handan’da bir Nâzım, Yeşil Gece’de bir Ali Şahin, Yaban’da bir Ahmet Celâl, İçimizdeki Şeytan’da bir Bedri bulabiliyorduk; aydınımız ve romanımız iç içeydi.
KAPİTALİZME DÜNYAYI DAR ETMEK
Türkiye’nin aydınlarının bir bölümü, sui generis, nevi şahsına münhasır bir Türkiye hayal ettiler. Başka ülkelere benzemeyen, kendine özgü bir tarihsel yol izleyen bir Türkiye düşlediler, buradan bağımsız bir yol aradılar. Yirminci yüzyılda kapitalizmle sosyalizm arasında üçüncü bir yol peşindeydiler. Beşi sosyalizmden gelen altı aydının 1932’de yayımladığı Kadro, bu arayışla çıktı. Hem devrimci olmaya çalışıyor, hem de kapitalist Türkiye’de halkın çıkarına bir düzen hayal ediyorlardı. Bu yol çıkmazdı, emperyalizmin hakim olduğu bir dünyada, bırakın üçüncü yolu, ikinci yol’a, sosyalizme bile dünya dardı. Aydın’ın yolu, emperyalizme-kapitalizme dünyayı dar etme savaşından geçiyordu.
Aydın’ımız ve edebiyatımız Sovyetlerin çöküşünü gördü ve hep kuruluşunda özgünlük aradığı Cumhuriyet’in yıkılışını yaşadı.
Bir romancı aydınımız, Yusuf Ziya Bahadınlı Berlin Duvarı, yıkılırken oradaydı; gördüklerini, Titanik’te Dans kitabında, akılcılığı terk eden bir Batı’yı ve devrimciliği terk eden Türk aydınlarını yazdı. Berlin Duvarı yıkılırken, derin kaygılar içindeki Yusuf Ziya, sevinçle duvarın parçalarını toplayan bir başka aydın, sonradan romancı Oya Baydar karşısında şaşırıyordu. Sosyalizmin yıkılışının simgesi karşısında sevinç çığlıkları atan Oya Baydar daha sonra “romancı” oldu, Yalçın Küçük’ün aydın’ın esansını bulduğu roman’ı değil, ikisinin de çöküşü demek olan bestseller romanlar yazdı. Aydın’lığı gitti, Cumhuriyet yıkıcısı AKP’nin “yetmez ama evetçisi” olmuştu; “yeni mürteci”.
KÜÇÜK BURJUVANIN BATI İDESİ
Bağımsızlık peşindeki aydınların karşısında, komprador entelektüeller vardı. Her şeyin en idealini Batı’da görüyorlardı. Düşüncede, sanatta, edebiyatta bütün eksikliklerimizi, Batı’dakiyle kıyaslamadan çıkarıyorlardı. İşte bunlar edebiyatımızın çöküşünü hazırlayan küçük burjuvalardı. Kendi kaypak toplumsal konumlarının oluşturduğu bütün çelişkiler ve kötücül değerleri şiir, hikâye, roman diliyle estetize ettiler. Başlarda etkisizdiler. Altmışlarda 27 Mayıs’la önü açılan toplumsal hareketlenmenin seli içinde kıyıda köşede kaldılar. Kimse okumadı. Kitapları depolarda unutuldu. 12 Mart ve 12 Eylül’den sonra ihya oldular. Postmodernizmle coştular. Piyasanın önündeki bütün duvarların yıkılmasından sevinç duydular. Aklın ve mücadelenin tekelci düzenin medya setleriyle kuşatılmasında görev aldılar.
Yirminci yüzyılda Batı, emperyalist kapitalizm demekti ve bunun felsefesi, sanatı edebiyatı demekti. Soğuk Savaş, sosyalizmin doksanların başındaki çöküşünü ellilerde hazırlamıştı. Postmodernizm, Batı’daki son isyan, 1968’in yenilgisiyle üzerinde yeşerecek kafalar buldu. Postmodernizmin yükselişi ve tarihin sonu felsefesinin çıkışı, reel sosyalizmin çöküşüyle birliktedir. Aydın-sızlaşma da hızlanmıştır. Edebiyat ise, Kundera ve benzerlerine inmiştir. Bizde de muadilleri gecikmedi. Kökleri yetmişlerde atılan “Belge’li Birikim Gericiliği” 12 Eylül’ün ve dünyanın içine sürüklendiği akıl düşmanı dönemin “yeni gündemini” değerlendirmede gecikmedi. Aydın-sızlaşma ve edebiyat-sızlaşma çığ gibi büyümüştür.
YENİ İNSAN YENİ AYDIN
Yalçın Küçük, hazırlayıcılarından olduğu, 1984, Aydın Belgesi’ni Türk aydınının tükenişten önceki son ve kahramanca eylemi saymaktadır. Otuz yıl sonra, artık gündemde yeni bir aydın, yeni bir insanın doğumu vardır. Aydın ve yeni insanın doğumu edebiyatla ve edebiyatta başlar. Halide Edip’in 1912 tarihli Handan’ında Türkiye’nin yeni aydını ve yeni insanı vardır. Doğum ilan edilmiş, gelişmesi için ipuçları verilmiştir. 1938 tarihli Üç İstanbul’da çöküşün içindeki aydın’ın ve yeni insanın hızla eskimesi ve yozlaşmasını okuruz. Devrim çağında yeni aydın çıkar ve halkın mücadelesine bilinç katar. Edebiyatla kitleye mücadelenin felsefesini, estetiğini ve ahlakını duyurur. Yeni aydın emekçi yeni insanların içinden çıkacaktır. Aydın-sızlaşma ve edebiyat-sızlaşmanın panzehiri olacaktır.
Mustafa Dostum’un eleştirisine dönersek, tırnak içinde aydından kurtuluş için, hepimizin bir küçük burjuva-sızlaşma seferberliği başlatması gerektiğini düşünüyorum. Küçük burjuvalardan, yalnız ve yalnız tekelci düzenin teknokratları çıkar, onların nasıl insanlar olduklarını her gün onlarca ekranda siyaset, düşünce ve sanat diye suratımıza kustuklarından biliyoruz.
*Yalçın Küçük, Tenkit, Tekin Yayınevi, 2016, İstanbul, s.25