İnsan kendi duruşunun terzisidir. Onu, yaşamın zorlukları ve yoklukları içinde öyle sağlam ve incelikli dikersiniz ki, size hiç kimse gömlek biçmeye kalkamaz.
Bu yüzden,
Bir insanın kendi duruşunun terzisi olabilmesi zordur. Bunu başaranlar, hayatın saygın köşesinde yerlerini alırlar.
Kimseye eyvallah etmemek zordur elbet ama hakikidir. Bir yalanı yaşamayı reddetmek, kendin olabilmenin ilk koşuludur.
Var olma ve hayatı anlamlandırma ilkesidir bu.
Bunlara sahip değilseniz, aslında hiç olmamışsınızdır. Zaten yoksunuzdur.
Berat Albayrak’ın “yok” oluşu tam da bununla ilgilidir işte.
Kapladığınız yer, size hazır sunulan gücün verdiği imkân kadarsa ve işin kötüsü cebinden çıkamadıklarınızın sağladığı olanaklarla tanımlıysa, hayatın içindeki gerçek yeriniz “etkisiz eleman” olmaktan öteye geçemez.
“Önüme serilen güç ve imkânlar olmasa, acaba karşılığım ne olurdu” sorusuyla yüzleşseydiniz, sırtınıza inecek olan ürpertiyi tadardınız önce. Gerçeğin kendisini hissettirme biçimlerinden biridir bu. Soruyu da, cevabı da hiç düşünmeden yaşayabilme olanaklarına sahip olanların, zorlamalı dönemlerdeki en büyük kâbusu, sorulmayan sorunun, verilmeyen cevabın, içerlerde bir yerde kendisini hissettirmesidir.
Ne kadar zayıf, ne kadar korkak ve ne kadar zavallı olduğunuzu ele veren her şeyden nefret edişinizi, kendinizden daha güçsüz olanın üzerinde tepinerek çıkartmak, tatmin eder belki ama gerçeği değiştirmez.
Bugün ortadan kaybolmanız ile zaten hiç “olmamış” olmanız arasında aslında hiçbir fark yoktur. Varlığını, sahip olduğu hazır güce borçlu olan herkes için geçerlidir bu. An gelir büyü bozulur ve her isteğinizi yerine getirdiği sihirli lambadan çıkan cin artık şımarıklığınızdan sıkılır.
Perde açılır ve siz, ailesinin cebinden çıkamamış ve aslında hiç büyümemiş bir oğlan çocuğunu anlatan oyunun başrolündesinizdir. Oyunun ismi “kendini oynamak”tır ve rolünüz tek replikten ibarettir; “Aslında hiç yoktum”
Düşünsenize bir an,
Hayatınızda “başarı” olarak gözüken hiçbir şey size ait değil ve siz, “başarı” satın alarak ve bunu “büyük beceri” gibi sunarak kendini kandıranlardansınız. Bütün çevreniz ise bu “beceri” yi alkışlayanlarla çevrili.
Mesela, istediğiniz her şeyi sizin yerinize, “siz” olarak başkaları yapıyor ve o başkalarının “siz” olarak yaptığı her şeyi alıp, CV’nize ekliyorsunuz veya onu da bir başkası sizmişsiniz gibi yapıyor. Biraz karışık gelmiş olabilir ama işte kendin “olamayış” budur
Tam da bu nedenle, bütün sonradan görme ezikler, şehrin en lüks bölgelerinden birindeki bir “Private Club”a üye olmak için, 150 bin İngiliz sterlini ödeyip “ben de zenginim” nişanı takmayı, sınıf atlamak zanneder ve bununla övünürler.
Bir oteli komple kapatıp, içine sadece arkadaşlarını doldurup, şahitsiz işleri “şanım yürüsün” havası ile gizlenmeyi maharetten sayarlar.
Bu “yüksek sınıf” şımarıklığının kazandırdığı her şeyle “var” olmak, bir sonradan görme sefilliğidir oysa ve en beteri de, bunu yüzünüze söyleyecek kimsenizin olmayışıdır.
Yukarıdan okuyanlar, “demagoji”, “zengin düşmanlığı” diyor buna. Yoksulun sırtından yükselenlerin “yalan” ve “iftirası” da elbette aşağıdakilere pahalıya patlıyor.
Devletin kasası birine emanet ediliyor. O birisi aynı zamanda bir iş insanının oğlu ve tesadüfe bakın ki tüm ülkeyi iki dudağı arasına sıkıştırdığı kararlarla yöneten hem AKP Genel Başkanı, hem Cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın da damadı.
Devletin hazinesi, bu ülkenin tüm çalışanlarının etinden, terinden, ödediği vergilerden oluşuyor. 80 milyon insanın kaderini, o kasanın nasıl yönetileceği belirliyor ve işte o kasanın başına getiriliyor.
Peki, Berat Albayrak “hayır bu etik değil, doğru da olmaz” diyerek bir duruş sergiliyor mu? Hayır. (Ne demiştik? İnsan kendi duruşunun terzisidir)
Veya, “Benim babam devletle iş yapıyor, aynı zaman da medya patronu, bu nedenle işimi bağımsız ve özgür yapabilmem mümkün olmaz” diyor mu? Hayır.
Veya, “Ülkenin uluslararası itibarı zedelenir, ülkeyi bir aile yönetiyor algısı oluşur ve ben ülkeyi bu duruma düşürecek bir pozisyon içinde yer alamam” diyor mu? Hayır.
Veya, “Benim bilgim ülkenin hazinesini ve maliyesini yönetmeye hazır değil, bu görevi üstlenecek çok daha kıymetli insanlar var” diyor mu? Hayır.
Ne yapıyor? Koşa koşa, kayı(ra)n babasının bir el işareti ile ülkenin kasasının başına çöküyor.
Yönetememe krizleri baş gösteriyor. İktidar içi güç kavgaları, omuz atmalar vb göz önünde cereyan ediyor. Kriz derinleşiyor. Damat Bey, yaptığı sunumlarla ve dalga konusu olan konuşmalarıyla yer kaplamaya devam ediyor. Kısa, orta, uzun vadeli programlar, patronların vergilerinden silinen borçlar, sermayenin gönlünü almaya dönük atraksiyonlar filan derken yolun sonu görünüyor.
Sonra ?
Tüm ülke, Berat Albayrak’ın kişisel instagram hesabından yaptığı istifasıyla sallanıyor. Bir devletin Hazine ve Maliye Bakanı, istifasını instagram hesabına koyup, sırra kadem basıyor. (Güler Sabancı’nın Bakan Bey için saçlarını savura savura, can-ı gönülden kefil olduğu “deneyim, akıl ve ahlak” da, bir instagram görseli olarak kalıyor)
O gün bugündür kendisini gören yok lakin Ana Muhalefet peşini bırakmıyor ve kasadan 128 milyar doların buhar olduğunu iddia ediyor ve kanıtlarıyla konuşmaya başlıyor.
Aylardır kendisine ulaşılamıyor. Hiçbir iddiaya cevap veremiyor. Sadece görüldüğü yere dair gelen bir bilgi paylaşımına, avukatı aracılığıyla “yalan” ve “iftira” olduğu anonsunu, “tazminat davası” açılacağı bindirmesi ile yapıyor.
İnsan tabii aynı cevvalliği 128 milyar dolar hakkında da bekliyor. Ama yok.
Milyonlarca insanı bir gecede yoksullaştırmanın bir ağırlığı olmasını bekliyoruz. Yok !
Çıkıp “ben buradayım ve verilmeyecek hesabım yok” demesini bekliyoruz. Yok !
Halkın ve kamuoyunun karşısına çıkamayacak kadar yüreksiz, hakkındaki ağır iddialar için konuşamayacak kadar sinik ve hepsinden öte aldığı sorumluluğa karşı dürüst olamayacak kadar kaçak olmayı seçen birisinin nerede olduğunun ne önemi var ?
Perde hiç kapanmaz ve aslında hiç büyümemiş bir oğlan çocuğunu anlatan oyunun başrolündedir.
Oyunun ismi “kendini oynamak”tır ve rolü tek replikten ibarettir;
“Aslında hiç yoktum”