Yakın geçmişte bu sözü duymaktan gına gelmişti. Öyle olur olmaz yerlerde kullanılıyordu ki bir noktadan sonra “Anlaşılan işler eskisi gibi sürüp gidecek” hükmüne bile varabiliyorduk.
Ancak bize göre artık yeri ve zamanıdır.
Türkiye’de bundan böyle hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
***
Türkiye’de cumhuriyet döneminin önemli kırılma noktalarını işaretlemek güç bir iş değildir.
1923’le başlarsak, 1930 deriz, 1946’yla devam ederiz (bizce eski MDD’cilerin zamanında iddia ettikleri gibi 1950 değil); bugün bakıldığında kimi açılardan kırılma gibi görünmeyen 1971’e ve oradan 1980’e ulaşırız.
1980’den önceki kırılmaların her biri kuşkusuz önemlidir. Hatta kimileri malum söz o zamanlar moda olmasa bile insana “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dedirtecek özellikler taşır. Bu kırılma noktalarının ayrıntılarına inmemiz mümkün değil; ancak bir genelleme yapabiliriz: 1923’ten 1980’e uzanan kırılmalar her şeye rağmen verili bir zemin üzerinde, onun çizdiği sınırlar içinde gerçekleşmişti.
Laiklik, kalkınmacılık ve sanayileşmecilik dâhil olmak üzere, burjuva cumhuriyetçiliği…
Zamanında, 1980’in de aynı sınırlar içinde kaldığı düşünülebilirdi. Ancak, bugün bakıldığında 1980 kırılmasının önceki dönemlere göre bambaşka kapıları açtığı, zamanında marjinal sayılabilecek düzen içi oluşumlara yol verdiği ve cumhuriyetin sınırlarını zorladığı daha iyi görülmektedir.
Bu bağlamda altı mutlaka çizilmesi gereken iki olgudan söz edelim: 12 Eylül darbesini önceleyen 24 Ocak kararları (gene 1980) ve darbeyle birlikte “Türk-İslam sentezi” denilen siyasal-ideolojik oluşumun önünün açılması…
Sonuçta, kuruluşu, iktidar oluşu, davaları, ekonomik ve sosyal politikaları, referandumları, sistem değişiklikleri ve pek çok alandaki tasarrufuyla birlikte 15 yıllık AKP iktidarının ve bugünkü rejimin 12 Eylül’ün “mantıki uzantısı” sayılması gerektiğini söylemiş oluyoruz.
Artık hiçbir şey gerçekten eskisi gibi olmayacaktır.
Bunu, 1980’de, 2002’de söylemek o kadar kolay değildi; bugün böyledir ve kesindir.
İsterseniz, işi kolaylaştırıcı bir zihin egzersizi yapalım:
Eğitim, üniversite, yargı, medya, kamusal yaşam, laiklik, parlamenter demokrasi, ifade ve örgütlenme özgürlüğü vb. alanlarda geçmişe bakıp “o zamanlar nispeten iyiydi” dediğiniz dönemleri düşünün. İşte o dönem ya da dönemler hiçbir zaman geri gelmeyecektir. Bu anlamda “liberal restorasyon” sadece bir hayaldir. AKP’siz ve/ya da Erdoğan'sız da olsa Türkiye’de düzen bundan böyle 1980’le başlayıp 2017 Nisan referandumuna uzanan süreçte yerine oturtulan ve 1923’ten 1980’e kadar olan dönemin inkârı anlamına gelen yeni zemin üzerinden, onun koyduğu sınırlar içinde şekillenecektir.
İlle de düzen diyenler de bu yeni şekillenmeye tıpış tıpış ayak uyduracaktır.
***
Söylenenler doğruysa, en azından “üzerinde düşünmeye” değerse çıkarılabilecek dersler?
Sosyalistler açısından: Bugünkünün hali ortada, geçmiştekinin de geri gelmeyeceği belliyse bir ön devrim aşaması olarak değil ama sosyalizmin yolunu temizleyecek bir hamle ve seferberlik başlığı olarak “devrimci cumhuriyet” gündemde olmalıdır. Bir “kitlesel sol odak” perspektifiyle birlikte…
Genel olarak sol muhalefet açısından: 1923’ün inkârı yeni rejimin oluşumlarına ayak uydurmayı, adapte olmayı içine sindiremeyenler “devrimci cumhuriyet” gündemini dikkate almalı, eğer örgütlü ya da partiliyseler bu örgüt ve partiler üzerinde bu yönde bir basınç oluşturmalıdır.
Kürt siyaseti açısından: Bir karar/tercih eşiğine gelinmiştir. Bugün normal bir rota tutturmaya çalışan Türkiye’nin çözmek zorunda olduğu “Kürt sorunundan” çok, bir yerde Kürt siyasetini de yeniden belirleyecek radikal bir değişim/dönüşüm geçiren Türkiye’den söz etmek daha doğru olacaktır.
Tercihin belirli bir yönde yapılması durumunda “devrimci cumhuriyet” neden Kürt halkının ve siyasetinin de hedefinde olmasın?