Türkiye sol hareketinin tarihinden devraldığı en olumsuz özelliklerden birisi neredeyse tüm eylemsel süreçlerdeki temel yaklaşımlarının tek boyutlu olmasıdır.
Türkiye solunda yakın dönemlerde etkisi iyice artan, tipik bir Aristocu (Aristotelesci) yaklaşımın (bütünsellikten veya süreçlerin karmaşıklığından tümüyle kopuk bir bakış) ağırlığını hissediyoruz.
Bize göre bu en önemli düşünsel zaaflarımızdan birisi ve pratik siyasal-örgütsel konulara en fazla etki eden de bu yaklaşım. Oysa tam tersine kelimenin gerçek anlamıyla içiçe geçmiş biçimde, bütünlüklü ele alınması gereken görev ve sorumluluklarla karşı karşıyayız.
Önemli gördüğümüz bir kaç konu üzerinden örnekleyerek ele almaya çalışalım.
Süreklilik içinde devrimci kopuş
Uzunca bir süredir "Aristosolcu"luğun en temel sıkışmalarından birisi gelenek-yenilenme arasında yaşanan sıkışmadır.
Özellikle dünya üzerinde karşı-devrim rüzgarlarının kuvvetli estiği 80’li ve 90’lı yıllar boyunca solun devrimci özneleri kendilerini her tür “yeni”ye kapatarak tutunmaya çalıştılar. Bu kimi dönemler için anlaşılabilir tutum, bugün olduğu gibi sosyalizmin karşı atağa geçmesi gereken dönemlerde sağlıklı sonuç vermesi mümkün olmayan bir tutuma dönüşerek faydadan çok zarar vermeye başladı.
Bugün de “yenilenme” olarak sunulan pek çok şeyin, ilerleten olmak bir yana köksüzleştirip, kötürümleştirme tehlikesi taşıdığı söylenebilir ve bu doğru da olur. Ancak, başka ögeler bir yana, kapitalizmin uluslararası alanda bir kriz içerisinde olduğu, Türkiye’de Haziran Direnişi gibi tarihimizin en önemli isyan hareketlerinden birisinin yaşandığı bir dönemde günün sorunlarına sadece geçmişin “asr-ı saadet” günlerinden yanıtlar bulmaya çalışarak yol almak mümkün değil.
İçinden geçtiğimiz tarihsel kesit, kendini düşünsel ve pratik olarak aşamayanların geriye düşeceği ve tükenişin kaçınılmaz olacağı bir aşamadır. Gelenek, daha somut olarak kökler ve kalkış noktası elbette önemlidir fakat yeniden üretildiği, günün ihtiyaçları ölçüsünde devrimci bir bakışla yeniden üretildiği, gerekiyorsa en acımasız biçimde eleştirme ve aşma cürreti olduğu sürece... Bu yapılmadığında ise hareket etmeyi imkansızlaştıran pranga işlevi görmesi en büyük olasılıktır.
Eğer ileri doğru yürünecekse, bu bütünlükle hareket edilmesi zorunludur.
Yeri gelmişken kendimizden söz etmekten de kaçınmayalım, 2014 Haziran’ında HTKP’nin kuruluşu ile kendini daha açık ve net biçimde ortaya koyan devrimci irade, aynı anda hem köklü bir hesaplaşmanın hem gerçek bir sahiplenmenin mümkün olduğunu göstermiştir. Üstelik geride kalan zaman, ilk günlerde kolay yoldan dile getirilen “inkarcılık” suçlamaların da bir karşılığı olmadığını göstermiş, tümüyle boşa düşürmüştür. Üstelik, HTKP’ye dönük gerici-statükocu ayak diremelerin sonucunda geçmiş devrimci kazanımların bile korunamayacağı yavaş yavaş anlaşılıyor.
Öncü örgütlenme ve birleşik mücadele
Türkiye’nin kurtuluşu ve aynı anlama gelmek üzere işçi sınıfının iktidar mücadelesi açısından en önemli görev, sınıfın öncü-devrimci komünist öznesinin örgütlenmesidir. İşçi sınıfının bağımsız politik hattının siyasal ve örgütsel düzlemlerdeki örgütlü gücü olarak devrimci-komünist bir parti iktidar mücadelesinin olmazsa olmazıdır.
Buraya kadar yazılanlara bir itiraz geleceğini sanmıyorum, ancak bu söylenenler çok önemli bile olsa yine ihtiyacın sadece bir yönü.
Burada bıraktığımızda “Böylesi bir kuruluş sürecinin örgütlenmesi için ne yapmak gerekir?” veya daha somut olarak “bu öncü öznenin kendisi nasıl oluşacak?” gibi sorular da orta yerde kalır.
Örneğin kendisini öncü olarak gören öznenin, toplumsal mücadelelerin tümüyle dışında kalıp sadece "akıl dağıtması" hiç bir işe yaramaz. Ya da belirli bir hareketin içinde devinirken, müdahale edip değiştirirken öznenin kendisinin hiç değişmeden kalması mümkün değildir.
Uzatabiliriz ama sonuç değişmez; bugünün Türkiye koşullarında öncü örgütlenme, öncülük iddiasını emekçi halkın geniş kesimlerinin kolayca katılabileceği birleşik mücadele zeminlerini de yaratarak ortaya koymak durumundadır.
Bunlardan birisinin olmadığı durumda diğerinin gerçek olması mümkün değildir.
Eğer öncü örgüt gerçekten devrim hedefinin bir aracıysa şunu da eklemek gerekli, şimdiye kadar gerçekleşmiş devrimlere baktığımızda, epey farklı toplumsal güçlerin ortak bir amaç için birleşip bir mücadeleye giriştiklerini, “öncü özne”yi ayırdeden şeyin ise tüm bu bileşenleri birbirine bağlayan ve ileri doğru yol alınmasını sağlayan bir mücadele programıyla kendisini ortaya koymayı başarması olduğunu görüyoruz.
Aynı anda hem “farklı” olmayı, hem birleştirici-bütünleştirici olmayı becerebilmek...
Belki dünyanın en zor işi değildir ama bu ikili görevin aynı anda kavranması ve yerine getirilmesi bugünün devrimci kadrolarının en zor görevlerinden birisidir.
İktidar perspektifi ve günün mücadelesi
Türkiye sosyalist hareketinin 70’li yıllarına döndüğümüzde en önemli eksiklerden birisinin iktidar perspektifi olduğu sıkça vurgulanıyor. Sözünü ettiğimiz, sosyalist iktidarı uzak bir geleceğin sorunu olarak görüp, güncel mücadele ve sorunlara odaklanan yaklaşımların egemen olduğu bir sol ortam.
Tersinden, geçmiş deneyimlerin iktidarcı, sosyalizm perspektifli politik öznelerinin ise günlük mücadeleyi, kitlelerin güncel talep ve ihtiyaçları doğrultusundaki hareketlenmelerini yeterince gündem yapmadığını biliyoruz.
Oysa gerçek bir iktidar alternatif olmak, bunun için gerekli gücü toparlamak isteyen devrimci özne, anlaşılabilir, gerçekleşebilir somut ve güncel mücadele hedefleriyle sosyalist iktidar hedefini bir düzlemde birleştirebilmelidir.
Bellirli bir zaman diliminde toplumun en geniş kesimlerini düzen karşıtı mücadeleye yöneltebilecek olan temel-ortak sorunların saptanması ve bu sorunlara karşı etkili bir mücadelenin yürütülmesi güç kazanmanın önemli araçlarıdır. Bu güç kazanma sürecinin aynı zamanda toplumun sosyalist bir devrim için örgütlenmesi perspektifiyle yürütülmesi çok zor olmasa gerek.
Hem o hem o değil, hepsi birlikte, içiçe!
Pek çok örnek verilebilir, ancak “köşe” sınırlarını aşmamak için en önemli gördüğümüz üç konuya dikkat çekmekle yetinelim.
En önemlisi de tüm bu alanlarda bütünlüklü yol alma ihtiyacımızın görülmesi ve bunun için öncü işçilerin, halk önderlerinin, devrimcilerin, komünistlerin bu yolculukta hep birlikte devrimci-komünist bir damarı genişletme zorunluluğunun farkına varmaları.
Dönem sadece Türkiye’nin yakın geleceğinin değil Türkiye Sol Hareketi'nin tarihinin de yeniden yazılmaya başlandığı bir dönemse, bu göreve talip olanların şimdiye kadar eksik kalmış kimi görevleri üstlenmesi gerekiyor.