Antalya’da bulunan Attalos Meydanı partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının basın bildirileri okuduğu ve protesto gösterileri yaptığı en bilinen yerdir. En son böyle bir basın açıklaması için meydana gittiğimizde kadim bir dostum bana “İstanbul’dan sonra buralar seni açmaz kardeş, biz buralarda çekirdek çitleyerek 1 Mayıs kutlayan adamlarız” dediğinde gerçekten şehrin genel olarak sakin duruşuna gönderme yapıyordu.
Ama son birkaç aydır bu sakinlik yerini tedirginliğe daha sonra da gittikçe yayılan bir şekilde sesini yükseltmeye bırakıyor. Şehirdeki huzursuzluğun malum nedenlerini dönem dönem zaten yazıp çiziyoruz. Ama şimdi şehirde yeni bir huzursuzluk hakim olmaya başladı. Faşizm ile uzun zamandır hiç bu kadar yakın temas etmemiş binlerce şehirli için gerçekten huzursuzluk verecek şeyler oluyor bu şehirde.
Ne kadar doğrudur bilmem ama “doğrudan daha doğru” bir hikâye olduğuna eminim. 1979 ara seçimlerinden sonra Antalya’nın Manavgat ilçesinde bir vatandaş kahvede Süleyman Demirel’e sövüp sayar. Yapılan bir ihbarla beraber de dönemin işgüzar savcısı resen soruşturma başlatır. Adamı içeri atarlar. Bir zaman sonra Yaşar Topçu “pek önemli bir şey değil ama arz etmek isterim. Vatandaşın biri Antalya’da size sövmüş, galiz küfürler etmiş, şimdi tutuklanmış mahkeme de şikâyetçi misiniz diye soruyor efendim” der. Bunun üzerine Süleyman Demirel “Bu hakim ve savcılar da bazen kantarın topunu fena kaçırıyor, Başbakana hakaret etti diye bir vatandaş tutuklanır mı yahu, git Antalya’ya adamı içerden çıkmasına yardım et sevaba da girersin” der.
Şimdi hikâye bu. Gerçekten doğru olduğuna benim bile inanasım gelmiyor ama bir hikaye olarak bugünlerde ortalarda dolaşmasının nedenini biliyorum ve bu nedenle de gerçek değilse bile dolaşımı sebebiyle gerçekten daha gerçek buluyorum. İsmail Demirbaş adlı bir vatandaş yine Antalya sokaklarında bir röportaj yapıyor ve şu an röportajda yaptığı konuşmalar nedeniyle cezaevinde. Elbette Süleyman Demirel gibilerinin hükümet olduğu günleri hayırla yâd etmiyoruz ama halkımız demek ki o günleri arar duruma düşmüş ki bu hikaye gündem oluyor.
Roland Barthes faşizmin konuşma yasağı değil söz söyleme mecburiyeti olduğunu söylerken belli bir ölçüye kadar elbette haklıdır ancak; faşizm tüm biçimlerinde öncelikle halkın düşündüklerini söylemesinin düşmanıdır. Düşünce özgürlüğü denilen şeyin elbette kim ve ne olursa olsun kişiliğe yönelik hakaret edebilme özgürlüğü olmadığını biliyorum bu anlamda çeşitli sosyal medya platformlarından karşı oldukları şahıslara ağıza alınmayacak küfürler etmenin acizlik olduğunu düşünüyorum. Ama havadan nem kapan bir zihniyetin söylenen her şeyi hakaret olarak algılaması ve bunun ardından binlerce insanı cezaevlerine doldurması sadece faşizmin göstergesidir. Ben egemenim benim hakkımda söylenebilecek olumsuz her şey hakarettir derseniz orada artık düşünce özgürlüğünün esamesini bulamazsınız. Freud’a göre faşizm “kendinden ve tüm yaptıklarından emin gibi görünen buyurgan ve karizmatik bir liderin cazibesi ile başlar”.
Şehirler Ortaçağ'ın bitimini haber verirler. İlkçağ köleci demokrasilerinin yok olmasının ardından uzun yıllar ölüm sessizliğine bürünen kentler ancak 17. yüzyıl itibariyle bugünkü çehrelerini kazanmaya başlarlar. Şehirleri belirleyen yurttaşlık bilinci ondaki kişi hak ve özgürlüklerinin teminat altına alınmasıyla gelişir, serpilir. Siz hükmedenler; şehirlerden ellerinizi çekin, doğru ya da yanlış insanlar özgürce ifade edemezlerse Ortaçağ karanlığını tekrar şehirlerimize getirirsiniz. Ben Antalya’da hala çekirdek çitleyerek 1 Mayıs kutlamak istiyorum. Sizi de Antalya’ya çekirdekli 1 Mayıs kutlamaya bekleriz.