Analiz ve kahve falı

Darbe girişiminin üzerinden neredeyse 1 ay geçti. Yaşadığımız yoğun ve karmaşık günlerin ardından, sürece yön verecek eğilim ve yaklaşımlar ile buna karşı yapılması gerekenler de belirginlik kazanmaya başladı. Sadece bu geride kalan 1 aylık döneme bakmak bile hem düzen hem devrim cephesinden önümüzdeki günlere ilişkin atılacak veya atılması gereken adımlara dair bir netlik oluşturmak için fazlasıyla veri sunuyor.

BÜYÜK EKSİK

Darbe öncesi, darbe ve darbe sonrası bütünlüğü ile baktığımızda bir zaafımızın açık biçimde ortaya konulması gerekiyor. İstisnaları olabilir ama bir kenara bırakalım, Türkiye sol hareketi için söylüyorum, ortada görece bütünlüklü bir mücadele programı, iktidar perspektifi olmayan Türkiye solu açısından geride kalan dönem daha ziyade anlamaya ve anlayabildiği ölçüde anlatmaya dönük bir faaliyetle sınırlı kalmıştır. Bu kuşkusuz değerli bir çabadır, ancak devrimci faaliyetin esasının müdahale ve yönlendirme olduğu düşünüldüğünde mevcut tutum ve davranışların, olsa olsa eksiklerimizi bütün açıklığıyla ortaya koyan bir veri kümesi sunduğunu söylemek durumundayız.

Dün bir grup dostumuzla önümüzdeki dönemin görev ve sorumluluklarına dair sohbet ederken kişisel deneyimlerimizi de paylaşıyorduk. Kabaca şöyle bir “tarih” fotoğrafı çektik: Devrimci mücadeleye ilk adım attığımız yıllar daha çok 12 Eylül döneminde solun başarısızlıklarına ve eksiklerine vurgu yaptığımız bir dönemmiş. 90’lı yılların ikinci yarısında Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma müdahale edemiyor oluşumuzu, 12 Eylül’ün yarattığı toplumla açıklayarak kendimizi “rahatlatıyorduk”. Haziran Direnişi günlerinde 2013 Haziran’ına hazır giremediğimiz için yeterince etkili ve doğru müdahalede bulunamadığımızı düşünmüşüz. Haziran sonrası Türkiye’nin muazzam olanaklarını değerlendirememe gerekçelerimiz de Haziran günlerindeki tutukluğumuzla pekala açıklanabiliyordu. AKP açısından iktidarın deyim yerindeyse pamuk ipliğine bağlı olduğu yakın geçmişimiz de gerçek bir alternatif yaratamadan ve dönemin ihtiyaç duyduğu cesur çıkışlara imza atamadan geride kaldı ve AKP’yi alaşağı etmeyi başaramadık. 7 Haziran’ın hemen sonrasında yürürlüğe konan kanlı planı bozamadığımız için de 15 Temmuz gecesi gerçekleşen darbe girişimi karşısında ilkesel bir tutumla yetinmek durumunda kaldık.

Haksızlık yapmak istemem, 15 Temmuz’dan sonraki bir aylık dönem boyunca solda pek çok kesim yine daha önce olduğu gibi sürekli olarak doğru analizler yapmakla, Türkiye’nin nereye gideceğini doğru okumakla övünüp durmaya devam ediyor.

Oysa analiz yapmakla, örneğin kahve falı açmak arasındaki tek fark birisinin daha somut verilere, bilimsel yönteme dayandığını iddia etmesi değildir. Devrimciler için dönem değerlendirmesi ve analizler; müdahalenin, sürece-geleceğe yön verme iddiasının temelini oluşturur. Analiz, görev ve sorumluluk yükler. Okumanıza bağlı olarak görev ve sorumluluklarınızı tanımlar, bunları hayata geçirmek üzere planlar yaparsınız. Yetmez, bu planları hayata geçirecek hamlelerle en azından kimi denemelere imza atarsınız. Hiçbir şey yapamıyorsanız, dövüşürsünüz, denersiniz, en kötüsü yenilirsiniz. Bu bile tarihte bir anlam taşır.

Sol hareketimiz, analizin, planlamanın ilk adımı olduğunu, somut ve hayata geçirilebilir bir planla tamamlanmayan analizciliğin artık kahve falı bakmanın ötesinde bir anlam taşımadığını görmek durumundadır.

SORUMLULUK

Şimdi AKP, darbe girişiminin olduğu gece bizzat Tayyip Erdoğan tarafından “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendirilen girişimin yarattığı olanaklardan faydalanarak kendisini toparlamaya çalışıyor. Açık söyleyelim,  eğer solun, devrimcilerin davranışın tarzında köklü bir değişiklik yaşanmazsa, yukarıda özetini sunduğumuz en hafif deyimle acıklı hikayeye yeni bir sayfa daha eklemek durumunda kalacağız. Kabul etmediğimiz budur.

Türkiye sol hareketi, durumu anlamaya ve anlatmaya dair çabasını, sürece devrimci bir müdahale arayışı ile, hamleci-ihtilalci bir yaklaşımla tamamlamak durumundadır.

Bu aşamada üzerinde en fazla durulması gereken başlık, sürecin yüklediği sorumlulukların gereği olan adımların zamanında atılmasının zorunluluğudur. Geçmiş deneyimler hiçbir şey öğretmediyse zamanında atılmayan bir adımın yarattığı zaafları ortadan kaldırmak için daha sonra atılan yüzlerce adımın bile yeterli olmadığını artık öğretmiş olmalı.

Zaman bazen daha hızlı akar. 15 Temmuz günü görev ve sorumluluklarımızla, 16 Temmuz günü görev ve sorumluluklarımız arasında önemli farklar olduğu gibi, 16 Temmuz ile bugün arasında da önemli farklar belirginleşmiş durumda.

İktidar, 16 Temmuz gününden belki “demokrasi nöbetleri”nin sona erdirildiği 10 Ağustos’a kadar geçen süreyi kendi cephesinden son derece verimli geçirmiştir. 16 Temmuz sabahı esas olarak, militan ama dar bir toplulukla ama çok daha fazla devlet içindeki gücüyle ayakta durmaya çalışan AKP-Saray iktidarı, en net fotoğrafını Yenikapı mitinginde gördüğümüz bir milli mutabakat hattının merkezinde konumlanarak, belli bir konsolidasyon sağlamayı başarmış durumdadır.  Sadece 1 ay içerisinde AKP-Saray merkezli bir karşı darbe girişiminin toplumsal alanda elde ettiği önemli bir başarı olduğunu görmek ve bunu esas olarak AKP dışında ne yaptığını, ne istediğini bilen tek bir politik özne olmamasıyla birlikte düşünmek durumundayız. Düzen içi tüm güçlerin AKP’nin belirlediği zemine yerleşmesinin temel nedeni budur.

Günün önemli verisi, düzen siyasetinin AKP-Saray merkezli bir dizilişe girdiği bu dönemde, çok uzun zamandır AKP-Saray düzeniyle barışmamak konusunda ısrarla ve inatla direnen milyonların teslim olmamasıdır.

Günün sorumluluğu ise bu milyonları, oyunu bozucu bir irade olarak, planlı-programlı ve örgütlü bir güç olarak sahaya çıkartabilmektir.

Bu sorumlulukla hareket edecek edecek, “artık yeter” diyen devrimciler her düzlemde yan yana omuz omuza durmalı, sadece bir umut hareketi olmak için değil, zafer iddiasıyla hamle yapmalıdır.