Seçimlere daha üç aya yakın zaman var.
Bu üç ay içinde ne gibi gelişmeler yaşanır, elbette tam bilemeyiz. Ancak, bir konuda tam bir kesinlikle konuşabiliriz: Sol cenahta, seçimlerde neyin hangi gerekçeyle yapılması gerektiğine ilişkin öyle şeyler söylenecektir ki (zaten şimdiden söyleniyor) bunlar en başta akıl sağlığının korunmasını, bu arada sinirlere hâkim olunmasını gerektirecektir.
O kadar kolay olmadığını, olmayacağını biliyoruz.
Biz de naçizane, kendi kendimize bir terapi uygulamaya karar verdik. Bir tür meditasyon da denebilir. Aşağıda paylaşıyoruz.
Herkese uyar mı? Bunu da bilemiyoruz. Ama en azından bize iyi geliyor.
I) Kimi senaryoları aklından sil!
Aklında, AKP’nin sahneden büsbütün silindiği, öyle yalnızca Erdoğan ve yakın çevresi falan da değil bu partinin hepten defterinin dürüldüğü, yaptıklarının da geçmişe gömüldüğü bir “düzen restorasyonu” senaryosu varsa, bunu bir an önce unutmaya bak. Şimdilik kulağa hoş gelebilir, ama işin ucunda bir de travma sonrası stres bozuklukları yaşamak var. Hiç değmez.
Sonra, aklında, AKP ile Kürt siyasi hareketinin dört başı mamur bir vizyon üzerinde anlaşmış olduklarını, gerekli rol paylaşımlarıyla birlikte şimdi bunu sahnelediklerini öngören bir başka senaryo varsa bu da pek hayra alamet değildir. İşler böyle gitmezse başkalarına “Aslında böyleydi, ama sonra bozuştular” diyebilirsin de kendine ne diyeceksin?
II) O kadar da “akıllı” olma!
Egemenlerin ve önemli siyasal güçlerin belirsizlikler içinde çoğu kez el yordamıyla yol almaya çalıştıkları, hesaplanamayan gelişmeler karşısında esnek-modüler yol haritaları izlemek zorunda kaldıkları bir ortamda bunların her birine “Tamam, bu da en baştaki genel planın şurasına oturuyor” gibisinden fazla “akıllı” izahat denemeleriyle yaklaşmanın akıl sağlığı açısından sakıncaları vardır. Unutma: Akıl sağlığını korumanın bir yolu da onu fuzuli yere kullanmamaktan geçer.
III) Radikal görüneceğim diye durumu dramatize etme; devrimcilik ille de katastrofik beklentileri gerektirmez!
Sana diyecekler ki “İşte çok önemli, Türkiye’nin çehresini değiştirecek, bir dönemi kapatacak bir fırsat geçti elimize…” ve devam edecekler: “Ciddi milletvekili kaybıyla Meclis’te önemli bir gerileme yaşayacak olan AKP…” Öbürleri de diyecek ki, “bana ne Meclisten; biz sokakçıyız, sokağa bakarız, orayı örgütler, orada örgütleniriz…”
Bunlardan herhangi birine kapılanmak zorunda değilsin. Sokak elbette önemlidir de Haziran 2013’e rağmen Türkiye’de henüz temsili demokrasi müessesesini büsbütün kadük bırakacak bir dinamik haline gelmemiştir. Buna karşılık Meclis’teki şu ya da bu “aritmetik” de çok partili rejimde ilk kez bugün sokağın etkilerine ve bir yerde belirleyiciliğine bu kadar açıktır.
Merak etme, yukarıdaki iki söylemden herhangi birine tam angaje olmayıp ikisi arasındaki etkileşimi gözetirsen “ortalamacılık” yapmış olmazsın. Zaten bugün çok fazla “seçim” diyen bir kesim esasen sokaktan gelmektedir ve oradan kopması pek mümkün görünmemektedir. Bilmem kaç yıldır her seçime girenler de bugün “Meclis de neymiş, bizim işimiz sokaklarda” tafrasından uzak dururlarsa mesele hallolmuş olur.
IV) Endişelenme, elin kırılmaz!
Gerçi seçimlere daha var; önümüzdeki birkaç ay içinde neler olup biter, orası da ayrı. Ama bir konuda emin ol: Türkiye, 7 Haziran öncesinde de sonrasında da önemli siyasi gelişmelere sahne olacak. Her gelişmede saflar dalgalanacak, kartlar yeniden karılacak, defter hiç kapanmayacak, yeni sayfalar eklenecektir. Dolayısıyla, 7 Haziran’da sandığa gidip oy kullanırsan (kuşkusuz soldakileri kastediyoruz); kullandığın oy nedeniyle kontrpiyede kalmayacak, açığa düşmeyecek, nedamet getirmek zorunda kalmayacaksın.
Yani, kimsenin verdiği oy nedeniyle “eli kırılmayacaktır”.
O kadar da abartmayalım…