Ağdırıklı Taraf

“Ağdırıklı” sözcüğü muhtemelen okura yabancı gelecektir. 

Türk Dil Kurumu sözlüğü “dengesiz, eğik, bir tarafa yüklü” diye tanımlar. Bizim oralarda “zayıf”, “defolu”, “pek makbul olmayan” anlamında kullanılır. Aileler “ağdırıklı taraflarını el âleme göstermeme” konusunda hassastırlar. Örneğin engelli bir çocuk, geçmişte hapis yatmış bir aile üyesi “ağdırıklı taraf” sayılır, başkalarının bu tür durumları bilmemesine özen gösterilir…   

Türkiye’de sosyalistleri bir “aile” sayarsak, o da ağdırıklı taraflarının başkaları tarafından bilinmesini pek istemez. Bölünmelerde bile, ağdırıklı ilan edilen tarafın bu özelliğiyle dış çevrelerde yaratabileceği genel olarak sosyalistlere yönelik olumsuz izlenimler, ilan eden tarafın ne kadar doğru, düzgün ve faziletli olduğuna ilişkin güzellemelerle dengelenir.

Ancak, mesele yalnızca bu tür durumlardan ibaret değildir. 

Türkiye’de sosyalist camianın eksikliklerinin, kusurlarının ve zaaflarının açık ortamlarda dile getirilmesi de çoğu kez “ağdırıklı tarafı el âleme gösterme” sayılmakta, “sırası mı şimdi” tepkisiyle karşılanmaktadır. Sanki bunlar içerden yazılıp çizilmese  “el âlem” bizi çok güçlü, vurduğunu düşüren bir hareketin temsilcileri sayacak… 

Neyse…

***

Türkiye’de sosyalist camia, yeni şeyler söyleme, yeni yollar deneme zorunluluğu ile kendi mirasına ve geçmiş değerlerine sahip çıkma gerekliliği arasında bizce anlamsız bir ikilem yaşamaktadır. 

Bu ikilemde bir taraf açısından izlenecek yol bellidir:

Devrimin ne zaman, nasıl gerçekleşeceği, hatta devrimden de önce yeni bir sınıf ve/ya da halk hareketlenmesinin ne zaman başlayacağı bugünden bilinemeyeceğine göre, yapılması gereken, geleneksel mirası sahiplenerek sıkı durmaktan, safları sıklaştırmaktan ve örgütlenmekten ibarettir. 

Elbette, bu süreçte ağdırıklı tarafları el âleme göstermeden…   

Oysa yeni şeyler söyleme ve yeni yollar deneme zorunluluğu pekâlâ belirli bir mirasa ve geçmişten gelen değerlere sahip çıkarak da yerine getirilebilir.

Evet, yeni şeyler söyleme ve yeni yollar deneme çabaları kimilerini sağa sola savurabilir de… Ama böyle bir ihtimal var diye hep aynı yerde durmanın herhangi bir sonuç vermediği ve vermeyeceği de ortadadır.

Daha iyi anlaşılması için isterseniz şöyle söyleyelim: Lenin, 20. yüzyıl başlarında yeni şeyler söyleyip yeni yollar denerken Marksizm’e göre ne kadar “zındık” olmuşsa, biz de bugün aynı işi yapmaya çalıştığımızda Leninizm’e göre o kadar “zındık” oluruz…  

Bir de şu: Ne Marx ne de Lenin “aman ağdırıklı taraflarımızı el âleme göstermeyelim” hassasiyeti içinde olmuştur. 

***

Bugün sosyalist camianın yeni bir sayfa açması gerektiği açıktır.

Ancak bu yeni sayfa tamamen boş bir sayfa olmayacağı gibi ne teorik miras, ne kadro ne de deneyim birikimi açısından bir sıfırlamayı gerektirecektir.  Sosyalist hareket her yerde ve her zaman eski sayfaların birikimini içerip aşan yeni sayfaların açılmasıyla gelişmiştir.

Yalnızca doğrusal gelişim öngören sürekliliğin de geçmişi sıfırlayan boş sayfa merakının da dışında, “orta” değil doğru yoldur. 

Yeni sayfayı kimler açacak sorusuna gelince. 

En eski ve en yeni kuşaklar, hep birlikte açılması gerekir.

Ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğini kimsenin bilemeyeceği devrim özel bir kuşağın damgasını taşıyabilir (ve muhtemelen öyle olacaktır).

Ne var ki, önümüzde duran eşik atlama, toplumsallaşma, dışa açılma dönemine kendi özel damgasını vuracak bir kuşak bugün yoktur ve yarın olacağına ilişkin herhangi bir işaret de görülmemektedir. 

“Vardır ve şudur” diyen varsa çıksın…

O zaman, oturup yeni bir sınıf hareketi, yeni bir halk hareketliliği, yeni bir Gezi ve yeni bir “kurtarıcı kuşak” bekleme lüksümüz yoksa mevcut birikim ve kadrolarla, ama yeni şeyler söyleyip yeni yollar deneyerek mücadeleye asılmaktan başka yol yoktur. 

Gerektiğinde ağdırıklı taraflarımızı da masaya yatırarak, tartışarak ve gidermeye çalışarak…