Üç hafta önce 1 Ocak günü yayınlanan “Yeni Yıl Kararları” başlıklı yazımızda 2019 yılının dört ana konu başlığından birinin “Saraya yanaşan sanatçılar meselesi” olacağını söylemiş ve şöyle demiştik: 1
“Başkaları da çıkar mı? ‘Aaa, o da saraya yanaştı…’ dedirtecek yenileri? Bunu elbette bugünden bilemeyiz. Ayrıca yazı konusu olacak 25-26 kişinin daha çıkması da pek muhtemel görünmemektedir. Gene de saraya yanaşan yeni sanatçıların her biri için iki-üç yazı yazarak bu boşluk doldurulabilir.”
Üç hafta dolmadan Fazıl Say olayı çıktı.
“Yanaştı mı yanaşmadı mı” konusunda belirli bir fikrimiz var; bizce Say’ın davranışı “saraya yanaşma”, “boyun eğme”, “teslim olma” gibi tanımlamaları hak etmemektedir. İleride bu da olur mu olmaz mı, bugünden bilemeyiz. Bu yazının konusu ise başka: İnsanların bu tür şeylere neden bu kadar meraklı oldukları… Burada kendimizce bir sorun görüyoruz ve zülfü yâre dokunma pahasına biraz değinmek istiyoruz.
***
Hemen belirtmek gerekirse, Fazıl Say’ın davranışına yüklenenlerin büyük bölümünün samimiyetinden, solculuklarından ve saray karşıtlıklarından en küçük bir kuşku duymuyoruz. Sorun, uğraşılacak, dert edilecek, üzerine üzerine yürünecek konuların seçimindeki bir kolaycılıkla ilgilidir ve bizce dert edilmesi gereken asıl mesele de budur.
Maddeler halinde anlatmaya çalışalım:
1- Türkiye solcusu kim olursa olsun herhangi bir sanatçıya aşırı misyon yüklemekten, “biz seni şurada görmek istiyoruz” ısrar ve tutkusundan vaz geçmelidir. Vazgeçilmesi gerekenler arasında sanki her sanatçı anasından muhalif doğarmış gibi varsayımlarla birlikte “sanatçı çağının tanığıdır” gibi klişeler de vardır. Kendi sanatında ne kadar üst düzey biri olursa olsun sanatçı da yaşadığı toplumun ve onun belirlenimlerinin bir parçasıdır. Herhangi birini boyun eğmemeye, dik durmaya yönelten ne varsa bunlar sanatçı için de geçerlidir; sanatçı olmayan başkaları hangi nedenlerle güç odaklarına yanaşıyorsa bunlar beş aşağı beş yukarı sanatçı için de geçerlidir. Sanatçının böyle durumlardan münezzeh olduğu düşüncesi, örtük de olsa, “bizim kendi yerimizden yapamadıklarımızı bari onlar yapsa” kolaycılığının ikrarı sayılmalıdır.
2- “Aaa, bak o da yanaştı” etiketlemesine aşırı meraklı olanların en azından bir kısmında marazi denebilecek bir beklenti vardır; sanki bu insanlar içten içe “birileri daha yanaşsa da bize söyleyecek laf çıksa” pususuna yatmıştır. Böyle olunca kendilerine göre çok daha ünlü kişilerin “yanaşmaları”, sıradan insanlar olarak kendi “sağlamlıklarının” adeta tescili sayılacaktır. Bunu kuşkusuz herkes için söylemiyoruz; ancak kimilerinin biri çıksa da bombalasak şehvetinin ulaştığı boyutlar böyle marazi bir ruh halini çağrıştırmaktadır.
3- Devletle ilişkilenme söz konusu olduğunda, başka ülkelerden farklı olarak Türkiye’deki sanatçıya daha başka bir gözle bakılması gerekir. Sivil toplumdaki teşvik, destek ve sahiplenme mekanizmaları Türkiye’de başka ülkelere göre çok zayıf kaldığından sanatçı bir yerde “devlet desteği” aramak zorunda kalır. Devlet ve imkânları, Türkiye’deki sanatçının Aşil topuğudur. Hoş görmek, anlayışla karşılamak vb. için söylemiyoruz; sanatçıdan beklentiler söz konusu olduğunda daha “gerçekçi” olunması gereğine işaret etmeye çalışıyoruz.
4- Fazıl Say’ın şu ana kadar yaptıkları eleştirilecekse, bu eleştiri, öz olarak, Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanındaki kimi dizelerine ya da Aziz Nesin’in 1980’ların sonunda yanında (sanırız) Tahsin Saraç ve Haluk Gerger olmak üzere Süleyman Demirel’e yaptığı ziyarete yönelik eleştiriler dozunda olmalıdır. “Ama muhatap muktedirler farklıydı” denecekse, ilki de tartışmasız muktedir konumundaydı (destan ölümünden sonra yazılmış olsa bile); ikincisi ise ziyaret sırasında muktedir değildi, ama özellikle 1975-80 döneminin o kirli sicilini taşıyordu…
Sonuç olarak, Türkiye’de sol muhalif kesimin bu tür konuları gereğinden çok kafaya takmamasını öneriyoruz. Bir de 2019 yılı “Aaa, o da saraya yanaştı” kontenjanından bir yazıyı tamamlamış oluyoruz.
Son olarak bir temenni: Fazıl Say’ın AKP karşıtı duruşu vesilesiyle klasik batı müziği kulağı geliştirenler varsa, ne olur Fazıl Say böyle yaptı diye vazgeçmesinler. Yabancılardan Claudio Arrau, Sviatoslav Richter, Arthur Rubinstein; bizden İdil Biret, Güher ve Süher Pekinel kardeşler var…
Artık onlardan dinlesinler.
Not: