36. İstanbul Film Festivali

Kült Japon çizgi filmi Ghost in the Shell’in (1995) uyarlanmış olduğu Japon çizgi romanının aynı isimli ama bu kez Hollywood yapımı olarak ve gerçek oyuncularla çekilmiş yeni uyarlaması Kabuktaki Hayalet (Ghost in the Shell) ABD ile eş zamanlı olarak dün ülkemizde de vizyona girdi. Bu yeni Kabuktaki Hayalet filminin, öykünün ortalama Amerikan izleyicinin algı kapasitesinin seviyesiyle uyumlulaştırılmak adına basitleştirilmiş olduğu gerekçesiyle, artık klasikleşmiş anime uyarlamanın çelik-çekirdek hayranları tarafından pek beğenilmediğinin sosyal medyadaki tepkilerden şimdiden belli olduğunu peşinen not edelim. Bu hafta başlayacak Istanbul Film Festivali programında yeralan önceki uyarlamayla kıyaslama yapmadan bakıldığında ise, mekan tasarımları başta olmak üzere görsel dokusunun gözalıcı olması için çaba sarfedildiği belli olmakla birlikte bu çabanın filme distopik bir atmosfer vermeye yetmemesi açısından vasatın ancak bir tık üstünde bir ürünün perdelerimizde olduğunu söyleyebilirim.

Bu haftanın aslında en dikkate değer, fakat basın öngösterimi dahi yapılmadığı için muhtemelen hakketiği ilgiye ulaşamayacak filmi ise geçen yıl Cannes ön jürisinin festivale kabul etmeye cesaret edememiş olduğu şeklinde spekülasyonlara konu olmuş olan şaşırtıcı Fransız yapımı Paris Yanıyor (Nocturama, 2016). İçişleri Bakanlığı vb hedeflere eş zamanlı olarak bir dizi bombalı saldırı düzenleyen bir grup –muhtemelen anarşizan eğilimli- gencin polisten saklandıkları gece boyu yaşadıklarını öyküleyen bu olağanüstü film dün Istanbul’da üç sinemada sessiz sedasız gösterime girdi. Paris Yanıyor’u ülkemizde ilk kez seyirci karşısına çıktığı Filmekimi döneminde bu köşede ayrıntılı olarak mercek altına almıştım (*). Dolayısıyla bu yazıda önümüzdeki Salı akşamı başlayacak olan 36. Istanbul Film Festivali’ne odaklanacağım.

Öncelikle geçmiş yıllarda festivalin ana sponsoru olan Akbank’ın bu yıl festivale sponsor olmadığını kaydetmeliyim. Bu yeni durumun muhtemel sebepleri ve sonuçları üzerinde bilahare ayrıca durmak gerek ancak sebeplerine ilişkin an itibariyle teyit edilmiş duyumlara sahip değiliz, sonuçlarına ilişkin ise henüz herhangi bir done yok; bu yüzden bu konuyu ele almayı şimdilik bir başka yazıya erteliyorum.

Ulusal Altın Lale Yarışması

Bu yıl Berlin Uluslararası Film Festivali’ne kabul edilen tek Türkiye yapımı olan ve ABD’deki SXSW festivalinde Ceylan Özçelik’e öne çıkan kadın yönetmen ödülü getiren psikolojik gerilim Kaygı Türkiye’de izleyici karşısına ilk olarak 8 Nisan’da Ulusal Altın Lale Yarışması kapsamındaki gösterimi ile çıkacak. Türkiye’deki rejimin totaliterleşme yönünde mesafe katetmiş olduğu ‘hayali’ bir yakın gelecekte geçen Kaygı, anaakım medyadaki otosansüre içeriden tanık olurken ayrıca kendi anne-babasının ölümüyle ilgili gerçeğin yıllar boyu kendisinden gizlenmiş olduğunu hissetmeye başlayan genç bir kadının bu muammayı çözme çabası içinde hem kendi çocukluğuna, hem de ülkemizin yakın dönem geçmişine dönük keşif çabasını perdeye getiriyor (**). Eski bir güvenlik görevlisinin geçmişini sorgulamasını konu aldığı kaydedilen Mavi Sessizlik de yarışmanın ilgi uyandırması beklenen filmleri arasında. Tanıtım metninde “üretim ilişkilerinin değişmesine paralel olarak sermayenin de el değiştirmesi ve bu değişimden etkilenen insanların hikayelerini de anlatmayı amaçladığı” ifade edilen Sarı Sıcak’ın bu amacına ne ölçüde ulaştığını görmeyi sabırsızlıkla bekliyorum. Sinemamızın tanınmış yönetmenlerinden Onur Ünlü’nün Kırık Kalpler Bankası ve Kazım Öz’ün Zer’ini de ulusal yarışma kapsamında seyredeceğiz (Zer ayrıca uluslararası yarışmada da yeralıyor). Öte yandan geçen yıl Antalya’da hem ulusal, hem de uluslararası yarışmada yeralıp uluslararasında en iyi film seçildikten sonra vizyona makaslanmış bir versiyonu çıkmış olan Yeşim Ustaoğlu imzalı Tereddüt, Istanbul Festivali’nin ulusal yarışmasında da karşımıza çıkacak.

Açılış filmi olarak adından da anlaşılacağı üzere Marx’ın gençlik yıllarını konu alan Genç Karl Marx’ın (Le Jeune Karl Marx) seçilmiş olduğu festivalin çeşitli bölümlerinde yeralan diğer yabancı filmler arasında bu yıl Berlin’de en büyük ödül olan Altın Ayı’yı kazanan Beden ve Ruh (Teströl es Leleklöl) adlı Macar yapımı öne çıkıyor. Festival programındaki klasikler arasında ise Yol (1981); Baba (The Godfather, 1972); Suspiria (1977) ve geçen yıl yaşama veda eden sinema yazarı / tarihçisi Giovanni Scognamillo’nun izlediği ilk korku filmi olarak onun anısına ithafen gösterilecek olan Kayıp Ruhlar Adası (The Island of Lost Souls, 1932) dikkat çekiyor.

(*) http://ilerihaber.org/yazar/cannes-on-jurisinin-reddettigi-film-paris-yaniyor-61563.html

(**) http://ilerihaber.org/yazar/toplumsal-elestirel-bir-psikolojik-gerilim-filmi-kaygi-31777.html