24 Haziran'a doğru

AKP, birçok etmenin birleştiği bir kavşakta yüzde 34 oyla iktidar oldu. Asli kurucu bir iktidar bilinciyle,  devleti ve toplumu dönüştürme programıyla hareket etti. 2015’e kadar bu yürüyüşün her aşamasında seçim sonuçlarından güç aldı.

Türkiye, dünyada seçime katılma oranının en yüksek olduğu ülkelerden biridir. Birçok neden arasında,  kanımca en önemli neden, milyonların gözünde sandığın iktidarın tek kaynağı olarak görülmesidir. Daha önceki dönemlerden farklı olarak, eski rejimin TSK, yargı, üniversiteler vb. etkili kurumlarının yıpranmış, hatta yer yer çürümüş olduğu koşulların bir bakıma “kendiliğinden” doğurduğu toplumsal eğilim, “kötü” gidişi durdurmanın yolu olarak sandıktan medet ummak oldu. 

Bu umutlar her seferinde hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Nedenlerini şöyle özetleyebiliriz:

Bir:12 Eylül’de toplumsal-ekonomik programları tekleşen düzen partileri, eylem programını en ince ayrıntısına kadar planlayan tek adam iktidarına alternatif, hatta temel içeriği ondan farklı bir program ve siyaset üretemediler. 

İki: Sosyalist sol da, yeni rejime seçenek olamadı. 2010 Tekel işçileri yükselişinde, 2013 Gezi isyanında,  7 Haziran 2015 seçimlerinde kendini gösteren emekçi-ilerici halk hareketine siyasal yön gösterecek, örgütlenme kanalları açacak bir inisiyatif geliştiremedi.

Üç: “Askeri vesayete son” yemine takılan liberal aydınlar, Erdoğan’dan “çözüm” uman Kürt siyasetçileri,  bir devlet refleksi olan bölünme paranoyasına kapılarak Kürt hareketine düşmanca tutum alan kentli seküler kesimler tek adam devletine karşı ortak bir mücadele çizgisinde birleşemediler. Erdoğan ise, her seferinde öncelikli hedefini daraltırken,  kendisine karşı olanların bir bölümünü kazanmayı, bir bölümünü de tarafsızlaştırmayı başardı. 

24 Haziran yaklaşırken “ne yapmalı?” sorusuna yalın ve etkili tek bir yanıt vermenin zorluğu, esas olarak özetlenen bu tablodan kaynaklanıyor.

***

Siyasette seçimle gelenin seçimle gideceği türünden bir kural yok. Hitler, Mussolini, Franco, Salazar seçimle mi gittiler? 24 Haziran seçimleri de sonuç ne olursa olsun, Erdoğan’ı göndermeye yetmeyecektir. A planı, sandık hilesiyse, B planı 7 Haziran’da olduğu gibi sonucu yok saymak olacak, ya da gitmemenin bir başka gerekçesi bulunacaktır. Bu engeller bir biçimde aşılsa bile, yalnızca seçim sonucuyla inşası ilerlemiş “yeni Türkiye”nin “eski hale iade”si mümkün olmayacaktır.  Kaldı ki, eski hale iadeyi, Türkiye koşullarında bir ilerleme ya da kazanım saymak mümkün değildir.

Bu karabasandan kurtulmak için daha fazlası, dinci gericiliği yedeğine almış sermaye gericiliğine karşı ezilen/sömürülen sınıflara dayanan, sol bir silkiniş, bir atılım gerekiyor. Sosyalizm düşüncesindeki yıpranma ve bizzat yürütücüler cephesindeki özgüven kaybına rağmen, toplumda böyle bir atılım için yeterli potansiyelin varlığı görülüyor.  2010, 2013, 2015, 2017 dönemeçlerinde yaşananlar, birikim ve enerjiyi ortaya koymuştur. Düzen içi siyaset, büyük bir hızla nitelik, düzey ve güven yitirmektedir.  Siyasal içeriği olmayan koltuk pazarlıkları tepki ve etkiler doğurmaya başlamıştır. Abdullah Gül projesinin tutmayışında bu etkinin rolü olduğu görülmelidir. HDP yönetimindeki anlaşılması güç ikircimlere rağmen Demirtaş’ın adaylığı yönündeki güçlü taban isteği aynı yönde bir başka işarettir.

***

Bu baskın ve korsan seçim, hiçbir norm ve ölçüt açısından adil ve demokratik olmadığı gibi,  oyunun kendi koydukları kimi kurallarını da fiilen işlemez hale getirdiler. Örneğin bağımsız cumhurbaşkanı adayı olmak için gerekli 100 bin imzayı bu kadar kısa sürede toplamak neredeyse imkânsızdır.

Somut durumda boykotun koşulları yoktur; ancak gelişmeler fiili ve kitlesel bir boykotu haklı, hatta kaçınılmaz kılabilir. “Böyle seçim olmaz” belgisinin, “seçim güvenliğini ortaklaşa örgütleyelim” çağrısının ve  “her şeye rağmen başarabiliriz” umudunun sacayağını oluşturduğu bir seçim siyaseti izlemek, bu sahte seçim oyununun kurallarının bile ihlal edildiği durumda boykota hazır olmak en doğrusudur.

Seçimin kilidi ilk turdur. Erdoğan, hesaplarını ilk turda seçilmek üzerine yapıyor. Bu olasılık asla küçümsenmemelidir. Önlemenin yolu yüksek katılım; yüksek katılımın koşulu ise ilk tura toplumdaki tüm eğilim ve görüşleri temsil eden çok sayıda adayın katılmasıdır.

Her şeye rağmen Erdoğan’ı seçtirmeme yönündeki küçük olanağın değerlendirilmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Çünkü, Erdoğan’ın başkanlığını sona erdirmek, bir kişiden kurtulmaktan çok öte bir siyasal anlam taşımaktadır. Erdoğan’ı göndermek, en çok, yığınları saran karamsar, yenilgici, umutsuz, edilgen siyasal iklimi, havayı değiştirmenin başlangıcı olacağı için önemlidir.

Öyle ya da böyle. Komünistlerin 24 Haziran öncesinde ve sonrasında, yeni, çetin, olanaklarla tehlikelerin iç içe olduğu bir mücadele dönemine hazır olması gerekiyor.