12 Eylül 1980’le başlayan, 15 yıllık AKP iktidarları altında doğrultusu, hedefleri ve adımları billurlaşan 37 yıllık bir gerici transformasyon sürecinin son evresindeyiz.
Hukuksal çerçevesi nihai olarak 15 Temmuz 2016-16 Nisan 2017 darbeleriyle oluşturulan İslamcı faşizan, totaliter tek adam devletinin kurumsallaşacağı mı, geri mi çevrileceği bu son evrenin nasıl sonuçlanacağına bağlı görünüyor.
Öte yandan, bu son evre nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın hayat, mücadele devam edecektir. 37 yıllık gericilik dönemine rağmen, ülkedeki ilerici-emekçi yurttaş birikimi buharlaşıp yok olmamıştır. Türkiye’nin bu gerici gömleğe sığmayacağı saptaması, orta ve uzun vadede geçerliliğini koruyan bir saptamadır.
Bu saptamanın, içinden geçtiğimiz evreyi ve görevlerini önemsizleştirmediği ise açıktır. Çünkü, yitirilen her dakika toplumsal çürümenin sürmesi anlamına gelmektedir.
***
16 Nisan referandumundan ve onu izleyen, halen yaşamakta olduğumuz gelişmelerden sonra düğümün 2019 seçimleriyle çözüleceğini düşünmek körlüktür.
Düğüm, 2019’dan, seçimlerden önce çözülecektir.
Bu iktidarın, olağan koşullarda yapılacak, sonucu önceden garantilenmemiş bir seçimi göze alamayacağı açıkça ortadadır.
Milyonlarca ilerici yurttaş da, iktidarın işine gelmeyen seçimleri tanımayacağını, istediği seçim sonucunu elde etmek için her türlü yol ve yönteme, hileye başvuracağını kendi deneyleriyle biliyor. 7 Haziran 2015’te AKP’nin tek parti iktidarına son veren seçimin sayılmadığı, 16 Nisan 2017 referandumunda herkesin gözü önünde milyonlarca hayır oyunun çalındığı bir ülkede yurttaş seçime ve hilesiz seçim sonuçlarına neden güvensin?
Başta Almanya olmak üzere emperyalist merkezlerle Erdoğan arasındaki sürtüşme ve gerilimlerin, tekelci sermaye içindeki hoşnutsuzluk ve itirazların bu iktidardan kurtulmak için tutunulacak ip olmadığının da artık anlaşılması gerekiyor. Çelişki ve sürtüşmeler vardır ve ciddidir. Ancak, bu çelişkiler sınıfsal doğaları gereği kendi başına kral düşürücü nitelikte değildir. İtişir kakışırlar, ama düzen için tehlike oluşturmadığı sürece Brezilya’da, Venezuala’da olduğu gibi başkan düşürme operasyonlarına girişmezler.
15 Temmuz 2016 darbe girişimiyle birlikte devlet aygıtı içindeki kurumsal, hiyerarşik ilişkiler bozulmuş ve aradan geçen bir yıla rağmen toparlanamamıştır.15 Temmuz’un birinci yıldönümünde ortaya dökülenler, dereyi geçerken üzeri örtülen çelişki ve çatışma dinamiklerinin canlı olduğunu, ama devlet erkinin sinir merkezlerini, gücü elinde tutan Erdoğan’ın karşıt çıkışları en azından şimdilik önleyebildiğini gösteriyor. Erdoğan’ın durumunda, siyasette gerçekten güçlü olmakla, güçlü görünmenin kendi başına bir güç oluşturması arasındaki ilginç ilişkiyi görüyoruz.
***
Erdoğan, 9 Temmuz Maltepe mitinginden sonra var olan muhalefet birikiminin birleşik-eylemli bir toplumsallık olarak karşısına dikilme olasılığını, bunun kendi geleceği için gerçek bir tehlike olduğunu görmüş ve bu gücü sindirmek, dağıtmak için elindeki tüm şiddet ve propaganda araçlarını seferber etmiştir. CHP ve HDP önderliklerine, büyük küçük, önemli önemsiz, birikimi harekete geçirecek direniş odaklarına hışımla yönelmesi bundandır.
Onun gördüğünü bizim de görmemiz gerekiyor.
Türkiye’yi bu karabasandan çıkarmanın biricik yolu, 2013 Gezi/Haziran; 7 Haziran 2015; 16 Nisan Hayır’ı çizgisindeki ilerici halk birikiminin bağımsız eylemlerle 2019’dan önce ülke siyasetine ağırlığını koymasıdır!
En gerçekçi ve devrimci seçenek budur!
Çünkü, birincisi, düzen ve devlet içi çelişki ve çatlakları kırılma noktasına götürerek, rejimin çözülmesini getirecek biricik dinamik emekçi halk hareketidir. İkincisi, Erdoğan ve AKP sonrasında Türkiye toplumuna ilerici bir doğrultu kazandıracak olan da budur!