2006 işçi nasıl öldü, neden öldü?

2006 işçi yaşamını yitirdi İSİG Meclisi’nin verilerine göre, “en az” vurgusu yapılarak. Çünkü basın yayın organlarına yansıyabilenler arasından derlenen, bir kısmı da işçilerin bizzat aktardığı ölümler bunlar. 

Peki işçiler nasıl ölüyor ve neden ölüyor? İki soru, iki farklı soru, iç içe girmiş iki soru. Sayılara boğulmadan bu sorulara yanıt vermek gerekiyor. 

Ölüm nedenleri arasında başta gelen “trafik kazası” ve “yüksekten düşme” örnekleri üzerinden biraz tartışalım. 

Nasıl öldükleri, daha doğrusu işyerlerinde başlarına ne geldikleri konusunda belli bir bilgiye sahip olabiliyoruz işçilerin. Bu bilgiler yıllara göre değişmiyor, nasıl ne yaparken öldüklerini çok ama çok iyi biliyoruz. Örneğin 2017 yılındaki ölüm nedenlerinin 446'sı trafik/servis kazası, 347'si ezilme/göçük, 317'si yüksekten düşme, 183'ü kalp krizi/beyin kanaması, 164'ü şiddet ve 135'i elektrik çarpmasıymış. 199 tır, otobüs, taksi şoförü, yardımcı personel, muavin veya motokuryeler yollarda yaşamını yitirmiş. Tarım işçileri ise istiflenerek taşındıkları kamyon/kamyonet kasalarında… Sizce basit bir trafik kazası olarak mı yorumlamalıyız? Yoksa “neden” sorusunu sürekli sorup görünenin ardındakine mi bakmalıyız?

30 dakika içinde sipariş ettiğiniz pizza evinizde! Gün içinde iki beton mikseri kapında merak etme! Başlarım uykuna dinlenmene malzemeler yarın sabah Gaziantep’te olacak! O hafriyatı iki günde kaldırırız evelallah! Bunların hepsinde ortak olan bir olgu var; hız. Hızlı yapmak, hızla işi bitirmek, kimi zaman müşteri memnuniyeti, kimi zaman projenin yetişmesi, kimi zaman belediyeyle karşı karşıya gelmemek, kimi zaman hayatımızda görmeyeceğimiz, ne olduğunu bilmeyeceğimiz anlamsız bir ürün için malzemeleri zamanında yetiştirmek. Bir diğer husus ise kamyon/kamyonet kasalarında bir malzeme gibi ülkenin dört bir yanına taşınan tarım emekçileri. Basit de olsa bir servis, bir otobüs tutmak veya otobüs biletlerini alıvermek, aslında ne kadar basit değil mi? Hayır, maliyet ve kar en kutsal kavramlar, kamyon kasasının arkasında taşınan bir işçinin bile bir maliyeti var…

Şimdi aşağıdaki resme bakalım ve Abdullah’ın öyküsünü kendimizce yazmaya başlayalım. Harçlığınızı çıkarmak isteyen bir üniversite öğrencisisiniz. Veya aylardır işsiz mahallede esnaf arkadaşlarınızla çay içen, mahalle kahvesinde gününü geçiren bir işçi. Veya sendika çalışması yaptığınız için işten atıldınız, kredi kartı borçları, ödenmemiş ev kiraları artık dayanılmaz bir hal aldı. Veya ülkenizde emperyalizmin desteklediği gerici çetelerin çıkardığı iç savaş sonucu canınızı kurtarmak için ailenizle birlikte kaçtınız. Kafanızda sayısız endişe, sayısız soru işaretleri varken “inşaata amele lazım” sesini duyup sevindiniz. Büyük bir proje olmayacağından zaten eminsiniz, muhtemelen bir mahalle arasında kentsel dönüşüm sonucu yıkılan ve yapılan bir inşaatta çalışacaksınız. Daha önce inşaatçılık yapmadınız, yüksekte çalışmadınız, bir inşaata dahi girmediniz, “öğrenirim napayım ekmek parası” deyip sizi çağıran sesle birlikte kamyonete atlayıp inşaata gittiniz. Şimdi resme bir kez daha bakın. Çalışacağınız yer burası. Tam da böyle yerlerde 453 arkadaşınız, işçi kardeşiniz, sınıfdaşınız öldü. Daha da kesin bir şey söyleyelim, bunların yarısı da yüksekten düşerek öldü. Resme odaklandınız mı? Sizin gibi birisinin, günde 12-14 saat çalıştığı bu şantiyede buradan düşmek sizce “kaza” mı?

 

Bilmek sorumluluk gerektiriyor. Bilmek çoğu kez acı veriyor. Bilen kişi “müneccim” muamelesi görüyor, ama kendisi bunun ağırlığı altında eziliyor. Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi’nde Bilirkişi raporlarından derlediğimiz “kaza” verileri hep aynı şeyi işaret ediyor, ölümlerin nasıl olduğunu gösteriyor.

 

2018’de en az 450-500 inşaat işçisinin nasıl öleceğini bilmek, gözünün hemen önünde onların nasıl öleceklerini ayrıntısıyla tahmin edebilmek ne kadar acı? Veya bugüne kadar mahkemelere sunduğum bilirkişi raporlarının 19’unda birebir aynen tanık olduğum “fabrika çatısında çalışırken çatı kaplamasının üzerine düşen işçi yaşamını yitirdi” haberinin birebir aynısına dün sevgili Çevre Mühendisi Onur Ünal ile tanık olmak ve yaşamını yitirmediği için “oh çok şükür” demek… 

Vermeye çalıştığım tüm örneklerde ölümlerin veya yaralanmaların “neden” olduğunun sorusunun yanıtı her defasında "zorunluluk"tan olacaktır. Evet, işçiler hızlı, yıpratıcı, onları mahveden ve kimi zaman öldüren bu çalışma temposu içinde yer almak zorundadır! Ama bu zorunluluk da bir yere kadardır. Epikür "zorunluluk yumuşatılamaz" derken, Marx Doktora Tezinde Seneca'dan alıntı yapar:

"Zorunluluk içinde yaşamak bir mutsuzluktur, ama zorunluluk içinde yaşamak bir zorunluluk değildir. Her yerde özgürlüğe açık birçok kısa ve kolay yol vardır." (Seneca'dan aktaran Marx, 1841: 40, Marx, K, (1841). Demokritos ile Epikuros'un Doğa Felsefeleri, Sol Yayınları, 2000, Ankara (Differenz der Demokritischen und Epikureischen Naturphilosophie, Doctor der Philosophie))

Kapitalizm bir zorunluluk değildir. Verili koşullarda "risk"ler, "talihsizlik"ler, "kaçınılmazlık"lar da zorunluluk değil ve bu kavramlardan kurtulmak ve özgürleşmek için, kavramların sınıfsal yönünü görmek, ardından bir adım daha atıp, işyeri ölçeğinden çıkıp, toplumsal örgü içinde iş cinayetlerini anlamak gerekmektedir. 

*Sevgili Onur’a geçmiş olsun dileklerimle