14 Aralık operasyonunun bir restorasyon girişimi olduğu açıktır.
Ancak, “restorasyon” kavramı farklı anlamlarda kullanılabildiğinden ek bir açıklama daha gerekiyor. Örneğin burada söz konusu olan, “herhangi bir şeyi eski haline getirme” anlamında restorasyon değildir. Bir rejim, bir zamanki müttefiklerinden, bir dönem belirli bir vizyonu paylaştığı kesimlerden kurtulmak istemektedir. Her şeyi kendi kafasına göre oturtup, farklı seslerden arınmış bir tekleşme peşindedir.
Gündemde, bu anlamda bir “restorasyon” vardır.
Hedefin Cemaat olduğu da bellidir.
Gene de, durumu daha iyi kavramak için kurcalamakta yarar var: Tek parti (kişi) rejimi, kavgayı zaten kaybetmiş bir kesimin son kalıntılarını da silip kazımak mı istiyor, yoksa hâlâ “potansiyel tehlike” saydığı bu kesimi tam anlamda kuşatıp hareketsiz hale getirmek mi?
Net yanıt gerekiyorsa, yukarıdakilerden ikincisidir. Hedef seçilen kesimin yargıdaki, sivil-asker bürokrasideki ve medyadaki “yığınakları” tasfiye edilememiştir. Gerçi Cemaat geçen yıl Aralık ayında başlayıp Cumhurbaşkanlığı seçimine uzanan dönemde beklediğini bulamamıştır; ama elindeki yığınaklarla yeni hamlelere girişmesi hiç de uzak bir olasılık değildir.
Kısacası, bir taraf “inlerine girmeden bu iş bitmez” demiştir ve gereği için düğmeye basmıştır.
***
Biraz daha kurcalayalım.
Şöyle bir düşünüldüğünde, operasyonun daha kısa vadede üç pratik hedef gözettiğinden söz edilebilir. Birincisi, Cemaat denilen kesimi gözdağı vererek, pabucun pahalı olduğunu göstererek kendi içinden çözmek, en azından kimilerini biat ettirip bir zamanlar ne gibi hainlikler düşünmüş olduklarına ilişkin yeni ifşaatlar elde etmektir.
İkincisi, büyük önem verilen 2015 seçimlerine özel olarak yaratılmış bir atmosferde girmektir. Şöyle: Karşısında her tür şer ittifakın kurulduğu, akla hayale sığmayacak tezgâhların düzenlendiği, bütün bunlara rağmen direnen ve hak yolundan zerrece sapmayan bir iktidar… Hedeflerden birincisi, hiç kuşkusuz, bu ikincisine kimi girdiler sağlasın istenmektedir.
Üçüncü hedef ise AKP’nin kendi içine yönelik bir gözdağı olarak düşünülebilir: Böylesine kritik bir dönemde AKP içi çatlak seslere hiç ama hiç yer olmaması gerekir; olursa da böyle seslerin kimle, neyle ilişkilendirileceği de açıktır: “Paralel yapıyla” birlikte hareket etme…
***
Başka?
Başka faktörlerden söz edersek işi çok mu zorlamış oluruz?
Pek böyle görünmüyor.
Daha genel planda ve uzun vadede bakıldığında iki önemli gündem maddesi öne çıkıyor: AKP’nin, ABD, bölge ülkeleri ve bu arada elbette İsrail ile olan ilişkilerinin zaman zaman “sorunlu” boyutlar kazanan seyri ve elbette “Kürt sorunu”…
İşte, bizce son operasyon temelde ya da özünde, Türkiye’nin ve AKP’nin gündeminden düşmesi beklenemeyecek olan bu iki maddeyle ilişkilidir. Cemaat, daha Mavi Marmara olayında birinci gündem maddesine ilişkin bir “açı” ortaya koymuştur. Ayrıca, “Kürt sorununun çözümü” adına başlatılan girişime çeşitli açılardan hayli mesafeli durduğu da bilinmektedir.
Salt “açı” ya da “mesafe” de değildir. Ya AKP’nin bu iki gündemde atacağı her adımı, başvuracağı her tür manevrayı belirli bir çevrenin “gündeme bomba gibi düşüreceği” ifşaatlar, belgeler, kayıtlar vb. izlerse?
Başlarda dedik ya; İstihbarat kaynakları var; yargıda, bürokraside odakları var, ellerinde medya araçları da var…
AKP iki temel gündem maddesinde böyle bir riskle hareket etmek istememekte ve bunun gereğini yapmaktadır.
***
Sol ne yapsın?
Yanıt: Eğer buradaki değerlendirmeler belirli bir gerçekliğe karşılık düşüyorsa, en azından ortada burada söylenenlere benzer hesaplar varsa, bunlardan ne çıkıyorsa ona göre hareket etsin.
Bu yeterlidir.
Başka bir deyişle, oh olsunculuktan da “basın özgürlüğü” temasına boğulup kalmaktan da uzak durduktan sonra başka ne yaparsa yapsın.
Yanlış olmayacaktır…