Ekim Devrimi’nin 100. yıldönümüne doğru giderken, tüm Dünya komünistleri için pek çok ciddi tartışma başlıkları belirmiş durumda. Bu tartışmaların tümünü kısa sürede ve hep birden tüketmek pek mümkün değil, ancak kimilerinin yavaş yavaş gündeme alınması, gündemin üst sıralarına taşınması vakti geldi, diyebiliriz.
Bu yazıyla giriş yaptığımız ve fırsat buldukça devam etmeyi düşündüğümüz tartışmaların önemli bir bölümünün enternasyonal düzeyde sorunlara tekabül ettiğini en başa yazarak, fakat bizim en azından şimdilik esas olarak Türkiye somutunda tartışmaya çalışacağımızı ekleyerek başlamış olalım.
Kritik eksik
Türkiye, hepimizin yaşayarak deneyimlediği üzere büyük bir krizin içinde ve daha derine doğru hızlı biçimde sürükleniyor. Bu son derece dinamik süreci anlamaya ve yanıtlar üretmeye çalışırken en kolay içine düştüğümüz hatalardan birisi; güncelle sınırlı bir bakışa takılıp kalmaktır. Bu güncel gelişmeleri anlamayı da engelleyen, dolayısıyla gerçek yanıtlar üretmeyi imkansızlaştıran son derece önemli bir hatadır. En basitinden Tayyip Erdoğan'a bakalım. Bir taraftan bakıldığında "koca ABD'ye kafa tutan adam" gibi gösteriliyor ve görülüyor, öbür taraftan ise liderliğini yaptığı partinin üyesi olan üç-beş Belediye Başkanı'nı görevden alması günler, haftalar sürebiliyor. Abartmış olmayalım ama hemen her gün benzer örnekler yaşıyoruz ve bu sürekli devinim içinde insanın akıl sağlığını koruması bile öyle çok kolay bir iş değil.
Tarihimizde devrimcilerin, sosyalistlerin, komünistlerin strateji ve program tartışmalarının merkezde durduğu dönemler olduğunu hatırlatarak başlayalım. Uzunca bir süredir ise benzeri tartışmaların neredeyse hiç gündeme gelmediğini biliyoruz.
Buna gerekçe olarak Türkiye’nin son derece dinamik bir süreç yaşadığı ve güncel görevler ile sorumlulukların böylesi bir yoğunlaşmış tartışmanın önünde engel oluşturduğu ileri sürülebilir.
Bize göre bu yaklaşım iki temel nedenle kesin olarak yanlıştır.
Bir: Türkiye’nin (ve Dünya’nın) içinde bulunduğu durumdan rahatsız olanların, onu değiştirmek isteyenlerin öncelikli görevlerinden birisi düşüncelerini ve hatta düşlerini, bakışlarını güncele hapsolmayan geniş bir ufka yöneltmektir.
İki: Devrimci bir program esas olarak mücadelenin böyle sert ve canlı olduğu dönemlerin konusu olur. Devrimci stratejiler böylesi dönemlerde geliştirilir. Eksiklikleri böylesi dönemlerde çok daha fazla hissedilir.
Dile getirilebilecek bir başka itiraz noktası, programatik bir eksiklik olmadığı, mevcut programların ihtiyaca hâlâ yanıt verebildiği olabilir.
Bu, bize göre kendi kendini kandırmaktır.
Kuşkusuz, herkes bizim gibi düşünmek zorunda değil, örneğin hedefiniz esas olarak mevcut siyasi partinizi/örgütünüzü bir arada tutmak ise zaten söz konusu ilgili belge temelinde yan yana gelen insanlarla yeni tartışmalar örgütleyip rahatınızı bozmayı tercih etmeyebilirsiniz.
Daha önce bir kaç kez ifade etmiştim, Türkiye’de en güncel programa sahip olduğunu söyleyen devrimci partilerin çoğunun programlarının ilk taslakları muhtemelen daktilo ile yazılmıştır!
Sonuç olarak iddiamız son derece açık ve net;
Türkiye işçi sınıfının iktidar yolunu açacak, genişletecek, derinleştirecek devrimci bir programa ihtiyacı var.
2017’nin sonuna yaklaşırken, komünistlerin sosyalizmi gerçek bir iktidar alternatifi haline getirecek, iktidar yolunu açacak ve işçi sınıfının iktidarı fethetmesini sağlayacak bir program tartışmasına ihtiyacı vardır.
Nasıl bir program?
Daha ayrıntılı tartışmalara vesile olmasını dileyerek birkaç önemli noktayı vurgulayarak tamamlayacağım.
Siyasal bir program belgesi kuşkusuz, iktidara gelindikten sonrasını, bugünden yapılabildiği kadar açıklamalı, nasıl bir toplumsal-siyasal yapının hedeflendiğini ortaya koymalıdır. Özetle söylersek bir program, “Ne istiyoruz?” sorusunu yanıtsız bırakamaz.
Ancak bunun inandırıcı, ikna edici olabilmesi, soyut bir hedef olmaktan çıkmasının yolu, iktidarın ele geçirilmesi mücadelesine de rehberlik edecek bir nitelik taşımasıdır. Bu, program yöntemi açısından da geleneksel kalıpları zorlayan bir yaklaşımın geliştirilmesi anlamına gelmektedir, program tartışmasının bir boyutu mutlaka bu olmalıdır.
Şimdilik TKP içinde devam eden, fakat çok kısa bir süre sonra kamuoyu ile paylaşılacak olan tartışma metninden aktarabilirim:
"Sınıflı toplumlar tarihinin özeti; kapitalizmin tarihsel ve güncel özelliklerinin çözümlenmesi; sosyalizm deneylerinin ve dünya komünist hareketinin incelenmesi; işçi sınıfının kapitalizmdeki devrimci rolü ve sınıf yapısının özelliklerinin tahlili; emperyalizmin ve kapitalist dünya sisteminin açıklanması; burjuva devlet biçiminin ve parlamenter sistemin işlevlerinin gösterilmesi; toplumun emekçi kesimlerinin ve bu kesimlerin çıkarlarının saptanması; farklı toplum kesimleri ile işçi sınıfı arasındaki ittifak imkanlarının değerlendirilmesi; sosyalizm mücadelesinin başat siyasal/ideolojik/ekonomik talep ve söylemlerinin oluşturulması; sosyalizmin kuruluşunun devrim yoluyla olacağının ve bir devrimin niteliklerinin saptanması; işçi sınıfının iktidarı ele geçirme mücadelesinde öncü partinin rolünün ortaya konması; kültür-sanat, din, eğitim gibi ideolojik alanlardaki temel söylemin açıklanması; sosyalist ve devrimci mücadele içindeki sapmaların/reformist akımların teşhiri gibi konular program tartışmasının olmazsa olmazlarıdır.”
Devrimci Özne
Ülkemizin içinden geçtiği süreci emekçi sınıflar lehine, ülkemizin üreten-yaratan, alnı açık başı dik milyonların lehine çevirebilecek, farklı misyon ve hedeflerle örgütlenmiş çeşitli halk örgütlenmelerine de her şeyden daha çok ihtiyacımız olduğu açık.
Çağımızda bu tip örgütlenmelerin, en ileri ve en gelişkin örneği olan, diğer tüm örgütlenmeleri besleme ve geliştirme potansiyeli de taşıyan gerçek bir devrimci işçi sınıfı partisine olan ihtiyacı da esas olarak bu nedenle son derece acil ve yakıcı bir gündem olarak görüyoruz.
Program tartışmasının aynı zamanda böylesi bir özne tartışmasının başlangıç adımı olduğunu, Türkiye’de devrimci ve öncü bir komünist partinin ancak siyasallaşmış bir devrimci zemini inşa eden İktidar Programı ile kurulabileceğini de yazarak şimdilik noktalayalım.
Devam edeceğiz…