10 Ekim’in hemen ardından

Kim(ler) yaptı, neden yaptı?

Gerçi kaçınılmazdır; ama 10 Ekim’den sonra bu sorular üzerinde çok ama çok fazla durulmasının bir noktadan sonra sakıncaları olabilir. 

Nedenini az sonra anlatmaya çalışacağız.

Ancak gene de, az önce sözünü ettiğimiz sınırı aşmadan “kim” ve “neden” soruları üzerinde biraz durmakta yarar var.

Dünyanın, bölgenin ve Türkiye’nin bugün geldiği noktada, katliamın birinci elden faillerine ilişkin “kim” sorusuna kesin yanıt bulma çabalarının fazla anlamı kalmamıştır.  Çünkü şöyle ya da böyle tanımlanabilir beklentiler, amaçlar ve projeler ile belirli bir fiili doğrudan gerçekleştirenler arasındaki bağlantı fazlasıyla dolaylı hale gelmiştir. Başka bir deyişle, (A) fiilini gerçekleştirenlerin, bu fiilleriyle tastamam kendilerine ait (B) hedefine ulaşmak istediklerini söylemek çoğu durumda mümkün olmamaktadır.

Bildiğimiz “taşeronluk” müessesesi…

Peki, o zaman işin “arkasındakiler” kimdir ve neyi amaçlamaktadır?

Bu tür işleri kotarabilecek durumdaki bütün odakların bir tür “koalisyonu” ya da “ortak aklı” olduğunu söylemek fazla kurgucu kaçacaktır. En doğrusu, bir ya da bir iki odak üzerinde durulmasıdır.

Bu da “neden” sorusuna götürüyor.

Hemen belirtelim: 10 Ekim gibi fiiller, hemen ilk ağızda belirli bir sonucu getirsin diye değil, içinden çeşitli alternatiflerin çıkarılabileceği ortamların yaratılması için gerçekleştirilir.

O zaman?

10 Ekim’in, yaklaşan seçimlerde özel olarak belirli bir partiyi ihya edici etkiler yaratacağından söz edebilir miyiz?

Kesinlikle edemeyiz.

1 Kasım seçimlerinin yapılmaması? Fiilin doğrudan bu amaca yönelik olması?

Şimdilik fazla güçlü bir ihtimal değildir; eğer amaçlanan buysa, önümüzdeki 18 gün içinde 10 Ekim şokunu süreklileştirip pekiştirecek başka olaylar beklemek gerekecektir.

“Tamam, işte budur” diyebilecek durumda değiliz.

Seçimler yapıldı diyelim. 10 Ekim katliamı, toplumu örneğin dışarıdan HDP destekli bir AKP-CHP koalisyonuna razı etmek için gerçekleştirilmiş olabilir mi? Pek akla yakın görünmüyor. Ortalığı kırıp dökmeden, “normal” denebilecek yollardan pekâlâ gerçekleştirilebilecek böyle bir sonuç için 10 Ekim çok fazla… Başka ve daha ötesine yönelik hesapların olması gerekir.

Uzatmayalım ve tehlikeli sınıra gelmeden toparlayalım.

Birincisi: “Neden” sorusuna hangi yanıt verilirse verilsin, oluşturulmak istenen ortamın ucu nerelere işaret ederse etsin, tüm “senaryoların” şaşmaz ortak noktası, toplumsal muhalefetin edilgenleştirilmesi, bastırılması ve sindirilmesidir.

İkincisi:   İnsanlar “yeter ki ölümler, katliamlar olmasın” diye AKP’ye razı olacakları noktayı çoktan aştığına göre, bugün gündemde olan, insanların “yeter ki AKP olmasın” düşüncesiyle başka alternatiflere, sözgelimi bir tür “muhtıraya” en azından hayırhah bakar duruma getirilmesidir.

Bu kadardır ve “tehlike sınırı” da burada başlamaktadır.

***

Tehlike şudur: “Kim” sorusunu geçtik, “neden” sorusu üzerinde gereğinden fazla kafa yorulması, belki “çok parlak” görünen açıklamaları da beraberinde getirir… Ancak bu “çok parlak” açıklamaların, toplumsal muhalefetin hem diri kalması hem de mümkün olduğunca birlikte hareket etmesi için gerekenlerle bağdaşması mümkün olmayabilir. Çünkü “çok parlak” açıklamalar ve yorumlar, doğası gereği çok katı fikirsel bağlanma demektir. Çok katı fikirsel bağlanma ise, bir kez daha doğası gereği, seçici, ayrıştırıcı ve dışlayıcıdır.     

Tam da 10 Ekim’de yitirdiklerimizin siyasal kimlikleri bize kimlerin mutlaka birlikte hareket etmesi gerektiğini göstermişken…

Tam da çok ince fikirli analizlerin AKP destekçiliğine kadar varabileceği ortadayken…

Sonuçta, (A) projesi de olabilir, (B) projesi de; ancak 10 Ekim’de yitirdiklerimizin bugün hayatta olan yoldaşlarını, peşinen bu projelerden herhangi birinin siyasal demirbaş hesabına kaydetmek kadar büyük bir siyasal aymazlık olamaz…