Yeni dönemin eşiğinde liseler ve mücadele

Yeni dönemin eşiğinde liseler ve mücadele

Liselilerin yalnız bırakıldığı ve bununla kalmayıp özneden dahi sayılmadığı ortamda mücadeleyi yükseltmek ve liselileri mücadeleye kazanmak bir kez daha devrimcilere düşüyor.

Taylan Ekici

Dönemin ilk aylarına girdiğimiz şu sıra ülkemiz yeni bir kırılma evresine doğru yaklaşıyor, kuşkusuz ki 2023 yılı gerek dünya gerekse de Türkiye ölçeğinde zorlu mücadelelerin senesi olacak. Bizleri bekleyen seçim atmosferi ve bu atmosfer içerisinde gerçekleşecek olan hareketlilik, ilerleyen dönemin de koşullarını hazırlayacak.

Hem sosyal medyada hem de sokakta siyasetin ve gelecek olan seçimlerin konuşulduğu bu evrede liselilerin de bütün enerjileriyle birlikte rol oynayacağını biliyoruz, liselilerin bu dönemeçte edinecekleri rol aynı zamanda Türkiye’yi bekleyen yeni dönemde yeni bir lise mücadelesini de gündeme getirecek.

Bu bağlamda liselerde yaşanan mevcut durumu ve bu durumu değiştirmek üzere oluşturulacak olan mücadele hattını tartışmak gerekiyor.

Su götürmez bir gerçek vardır ki öncesinde yazılıp çizilen hiçbir fikir kağıtlarda yazıldığı gibi kalmaz, hareket halinde yaşanılan gerçekler en büyük öğreticidir ve fikirlerin de gelişimini sağlar. Bu nedenle bu yazının maksadı mücadele halinde izlenecek yolu baştan sona çizmek değil, bizleri bekleyen mücadele için ufak da olsa bir tartışma başlatabilmektir.

EĞİTİM VE OKUL DEDİKLERİ

Halkların tarihi gösteriyor ki dünden bugüne var olan hiçbir toplumsal düzen ve otorite salt kaba kuvvetle varlığını koruyamıyor, zor yoluyla kurulan tahakküm kısa süreliyken mevcuttaki düzeni uzun vadeli olarak korumanın yolu kitleler üzerinde rıza sağlamaktan geçiyor, rıza sağlamanın yolu ise kültürel bir hegemonya kurmak oluyor.

Hegemonya kurmak demek kurulu düzenin norm ve kurallarını o düzen içerisinde yaşayan bireylerin tek tek içselleştirmelerini sağlamak, yani mevcut yapıyı “normal/olağan” biçimde görmelerini sağlamak anlamına gelir. Bunun için ise bireylere “şekil vermek” elzemdir.

Günümüz kapitalist toplum yapısında bu işlemin gerçekleştirileceği en temel adresler aile, askerlik ve eğitim kurumlarıdır.  Bu kurumlar yoluyla kişilerin zihniyeti düzenin işleyişiyle uyumlu hale getirilebilmektedir.

Önceleri seçkin zümrelerin ve din adamlarının elinde olan eğitim kurumu da, sonraları sınıf mücadelelerinin kazanımlarından birisi olarak toplumun geneline yayılmış olsa da kapitalistleşme sürecinin derinleşmesiyle birlikte ulus devlet çatısı altında “uyum içerisinde” yaşayacak yurttaşlar yetiştirmenin aracı haline getirildi.

Bu yüzden dünyanın neresine bakarsak bakalım ilkokul çağında henüz soyut düşünme becerisi dahi kazanamayan çocuklara matematikten önce “milli değerler” öğretilir.

Kısaca kapitalistleşme ile uluslaşmanın birbirini tamamladığı günden bugüne eğitim, düzenin kendisine uygun vatandaşlar yetiştirmenin bir aracı olarak kullanılıyor, haliyle Türkiye’de uygulanan eğitim sistemi de bu olgudan bağımsız değil.

Bugün okullarda asılı olan “vizyon ve misyon” panolarında “çağdaş değerlerle uyumlu, dünyayı takip eden, akılcı ve rasyonel” öğrenciler yetiştirmekten bahsediliyor, ancak aynı okullarda yetişen pek çok genç ırkçı, militarist ve gerici bir zihin yapısıyla mezun oluyor.  

Bu durum her ne kadar çelişki olarak görülse de Türkiye kapitalizminin işleyişi ve hedefleri için uyumsuz bir durum değil.

Ülkemizde hakim olan sermaye düzeni, ihracata yönelen politikalar neticesinde ucuz emek istihdamına dayanıyor, düzenin kendisi de bu doğrultuda; ulusal ve küresel sorunlara değinen, hak mücadelesini bilen nesillerden ziyade kutsallaştırılmış anlatılara tapan, bu anlatılar ve dogmalar yolunda kendi içinde bölünüp çatışan yığınlara hakim olma davasını güdüyor.

Bunun en özgün yolu ise Türk-İslam sentezinden geçiyor. 12 Eylül Darbesi’nin ardından aşama aşama geldiğimiz noktada toplumun var olduğu pek çok alanda olduğu gibi okullarda da Türk İslam sentezci bir bakış hakim. Bu bakış milliyetçi ve muhafazakar değerleri öne çıkartıyor, buna bağlı olarak gençliğin sistemle uzlaşmasını sağlıyor. Bu sentezi içselleştiremeyen gençler ise baskı ve sindirme politikaları neticesinde apolitikleştiriliyor.

Bütün bunlara rağmen şu anda durduğumuz noktada gençliğin bu dayatmaları ne kadar kabul ettiği tartışılmalıdır. Gençlik içerisinde her ne kadar pasif de olsa karşıt eğilimlerin güçlendiğini görebiliyoruz, buraya gelmeden önce ise AKP’li yıllarda okulların dönüşümünü ve somut koşulları gözden geçirmek gerekiyor.

"YENİ" SİSTEM, ESKİ KAFA

AKP iktidarı içerisinde eğitim sisteminin sürekli olarak sil baştan değiştiğini gördük, başa geçen her milli eğitim bakanı kendi yanında yeni düzenlemeleri de getirdi.

Baştan sona getirilen düzenlemelerin ortak noktası ise her aşamada eğitimin dinselleşmesi ile piyasalaştırılmasıdır. Bu konuda özellikle 4+4+4 sistemi milat noktasıdır.

Buradan itibaren peş peşe artan imam hatipler gördük, şimdi ise “imam hatip fen ve sosyal bilimler” liselerini görüyoruz. Öyle ki Osmanlı son döneminde mahalle mektepleri ile batılı tarzda kurulan okullar arası ayrımların olduğu gibi bir ikilikten bahsetsek şu an için abartmış olmayız. İmam hatipler noktasında değinilecek bir diğer mesele ise mahalleye bağlı kayıt sistemi doğrultusunda belli bir sınav başarısı gösteremeyen ve özel okula kaydolacak maddi gücü olmayan pek çok öğrencinin bu okullarda okumak zorunda bırakılmasıdır.

AKP’nin dinselleşme stratejisi yalnızca imam hatiplerle de sınırlı değil.

Gerek müfredattan evrim konusu çıkartılırken dini derslerin artırılması ve “seçmeli ders” kisvesi altında daha fazla dini içerikli dersin zorunlu olarak okutulması, gerek Ensar ve İHH gibi gerici kurumların idare desteği altında okullara sokulması, bir taraftan okulların mezuniyet şenlikleri iptal edilirken diğer yanda dini içerikli törenlerin gerçekleştirilmesi iktidar dayatmalarına örnektir. Bugün gelmiş olduğumuz noktada laik ve bilimsel bir eğitim sisteminden bahsedemiyoruz.

Aynı zamanda nitelikli bir eğitim sisteminden de söz edemiyoruz, bugünden baktığımızda ortaokul ve liseler tümüyle sınava dayalı ezberci bir eğitim vermektedir. Burada istenilen öğrencinin hiçbir biçimde yorum ve kıyas yapmaması, yalnızca anlatılanı olduğu gibi kabul edip kendisini sınavlara hazırlamasıdır.

Öğrencilerin temel becerilerinin değerlendirildiği PİSA ve ABİDE araştırmalarında da bunun sonuçları görülüyor. Bugün öğrencilerin önemli bir kısmı neden-sonuç ilişkisi kuramıyor, okuduğunu anlama gibi konularda başarısızlık rekorları kırıyoruz. Kısaca Milli Eğitim Bakanlığı uslu ve itaatkar robotlar yetiştiriyor.

Bütün bu yaşananların üstüne eklenmesi gereken bir başka olgu, nitelikli eğitimin toplumun çoğunluğu için ulaşılamaz hale gelmiş oluşudur. Yalnız kırtasiye masrafları için ailelerin kredi çekmek zorunda kaldığı, pek çok ailenin çocuk okutamadığı ve küçük yaşlarda çocukların okul yerine işe gittiği bir Türkiye manzarasıyla karşı karşıyayız. Burada gelinen nokta “paran kadar oku” aşamasıdır. 

Mevcut durum aynı zamanda eski bir hikayeyi, yani okumak yoluyla sınıf atlanabileceği inancını da boşa çıkarmıştır ve bu vaziyetin kitlelerin sistemi sorgulaması adına bir eşik haline geleceği beklenilebilir.

Bu durumda liselilerin mevcut durumunu, politizasyonu ve lise mücadelesi açısından değinilmesi gereken noktaları değerlendirmek gerekir.

KAFA KARIŞIKLIĞI VE PASİF TEPKİSELLİK

Türkiye’nin neresinden bakarsak bakalım liselerde muhalif bir rüzgâr esiyor, ancak bu rüzgar yıkıcı olmaktan şu an için uzak.

AKP ve Saray Rejimi, ilk günlerden itibaren kendi neslini var etmeye çabaladı, bunun için elindeki bütün imkanları kullanmaktan geri durmadı, yetmedi kendi değerleriyle uyuşmayan hemen hemen her şeyi tasfiye etmek için uğraştı, tasfiye konusunda belli bir başarıya ulaşsa da tasfiye edilenin yerine kendi kültürel hegemonyasını kurma noktasında çuvalladı.

Liselilerin bunca dayatmalara karşı halen muhalif bir konumda olması AKP’nin kısmi başarısızlığının kanıtıdır, başarısızlığın kısmi olmasının sebebi ise kuramadığı hegemonyaya rağmen karşı hegemonyayı da büyük oranda çökertmiş olmasıdır. Buradan kaynaklı olarak da önümüzde bomboş duran bir manzara vardır.

Liselilerde muhalif duruş öne çıksa da bu duruş doğrudan ideolojik değil, daha çok tepkisel bir konum almadır. Buna karşın genel eğilim refah ve özgürlük isteğidir.

Bu özgürlük ve refah isteğinin ise henüz örgütlü bir mücadele doğuramadığını görüyoruz, OHAL süreci ve arkadan gelen pandemiyle birlikte liselerde aktif ve örgütlü siyaset varla yok arası bir konuma geldi. Yine de 2023 seçimlerine gireceğimiz dönemeçte politizasyonun artması ve liselilerin aktif mücadeleye yönelmesi beklenebilir. Söz konusu aşamada ortaya çıkacak toplamın demokratik lise mücadelesine yönlendirilmesi politik güçlerin çabasına bağlı olacaktır.

TOPARLANMA SÜRECİ

2023 Yılı içerisinde özellikle de bizleri bekleyen seçimlerden sonra ne tür bir iktidar odağıyla karşı karşıya kalacağımızı kesin olarak öngöremeyiz, ancak dönem içerisinde politize hale gelen toplumun hareketleneceğinden ve liselerin de bundan payını alacağından bahsedebiliriz.

Liselerin yeniden politize olacağı yerde yeni bir mücadele programı oluşturmak ve bu program etrafında mücadeleye atılmak elzem hale gelmiştir.

Devrimci bir siyaset için karşıya alınan ve hedefe koyulan düzenin kendisidir, bu yol altında düzenin kalbine nişan alınır.

Bunun ışığında düzen karşıtı bir lise siyaseti örgütlenecekse eğer, en başta hedef alınması gereken kapitalist eğitim sürecinin kendisidir.

Karşımızda yüksek duvarların içerisinde itaatin öğretildiği, öğrencilerin disiplinle terbiye edildiği ve rekabet duygusunun sürekli olarak güçlendirildiği bir okul modeli var. Bu modelin içerisinden “uyumlu ve boyun eğen” askerler yetiştirilmek isteniyor.

Buna karşı okullarda militarist yapı ile hiyerarşinin dağıtıldığı, öğrencinin söz hakkının olduğu ve rekabetten öte iş birliği içerisinde ortak üretimin teşvik edildiği gerçek bir demokrasiyi savunmak gerekiyor.

Kağıt kalem üzerinde gerçekleşen, faaliyete geçse dahi sürekli olarak kontrol altında tutulan kulüplerden öte bağımsız öğrenci topluluklarının olduğu, öğrencilerin açık bir biçimde katıldığı ve kararlar aldığı konseylerin kurulduğu bir lise modeli gerçek anlamda devrimci olabilir.

Saldırgan değerler ile şovenist düşünceler yerine barışçıl ve çevreci fikirlerin tartıştırıldığı, toplumsal cinsiyet eğitiminin eksiksiz bir biçimde verildiği okullar geleceğin toplumunu kurma yolunda mesafe katetmemizi sağlayabilir.

Bütün bunların yanında öğrenciye şekil veren ve onu kontrolüne alan bir eğitim anlayışından öte öğrenciyi destekleyen, gelişimi önündeki engelleri açan bir zihniyet geleceğin özgür insanını yaratma konusunda yardımcı olabilir.

Okulları ve eğitim kurumunu değiştirme iddiası ile çizilen program kaçınılmaz olmakla birlikte yine de yeterli değildir. Çünkü bizler yalnız geleceği tartışmıyoruz, aynı zamanda bugünün özneleriyiz ve bugünün acil sorunlarına çözüm üretme yükümlülüğünü de taşıyoruz.

Koşulların bu denli ağır olduğu yerde güncel mücadele çizgisi  “özgür ve bilimsel lise, eşit ve parasız eğitim” istemi üzerine gerçekleştirilebilir.

Gerici uygulamaların ifşası, yasaklanan mezuniyet eğlenceleri ve okul şenliklerinin geri kazanılması, liseli kadın ve LGBTİ+ mücadelesi, keyfi yasaklara karşı verilecek itirazlar bu mücadele kapsamına girer.

Bilimsel eğitim için verilecek mücadelenin bir ayağı protestoda olduğu kadar diğer ayağı da sistemin veremediği eğitimi alternatif çalışmalarla gerçekleştirebilmektir. Öğrenciler arasında felsefe, bilim, tarih buluşmaları yapılabilir ve bu konular bilimsel perspektifle ele alınabilir.

Yoksullaşmaya, eğitim hakkından mahrum bırakılmaya karşı verilecek mücadele doğrudan sınıfsal mücadelesi ile bağlantılıdır, başta meslek liseleri ve yoksul mahallelerde bulunan liseler olmak üzere sınıfsal söylemlerin üretilebilmesi gerekir. Bunun yanında lise çağında olduğu halde maddi sebeplerle okulu bırakıp iş hayatına atılan gençlik kesimi de bu mücadeleye ortak edilmelidir.

Hepsinden geriye zaman ilerliyor ve zamanın ilerlediği yerde mücadeleyi yükseltme zorunluluğu önümüzde duruyor. Liselilerin yalnız bırakıldığı ve bununla kalmayıp özneden dahi sayılmadığı ortamda mücadeleyi yükseltmek ve liselileri mücadeleye kazanmak bir kez daha devrimcilere düşüyor.

DAHA FAZLA