Washington'un düş kırıklığı: Lula'nın 'radikal' ajandası

Washington'un düş kırıklığı: Lula'nın 'radikal' ajandası

Bu tür kaotik süreçler sistem dışı aktörlere hem stratejik ve taktiksel müttefik kazandırır hem de stabil bir küresel düzenle karşılaştırıldığında hareket serbestisi tanır.

Deniz Yaşayan

"Üstüne mührünü basarak altını evrensel değişim araçları hâline getiren hükümdarlar mı olmuştur? Yoksa bu evrensel değişim araçları mı hükümdarlara sahip olmuştur?"

Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva'nın birkaç gün önce Çin'e gerçekleştirdiği resmi ziyarette "Her gece kendime soruyorum: Neden tüm ülkeler ticaretlerini dolara dayandırmak zorunda? Neden kendi para birimimizle ticaret yapamıyoruz? Altın standardının ortadan kalkmasından sonra doların rezerv para birimi olduğuna kim karar verdi" sözlerini sarf etmesi ve gittikçe artan cazibesiyle ABD'nin sadık müttefiki Suudi Arabistan'ın bile katılmak için başvuruda bulunduğu BRICS'in Uluslararası Para Fonu'na (IMF) rakip Yeni Kalkınma Bankası'na (NBD) dair tasarılarını dile getirmesi, eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro'nun pop-faşizminden "anti-emperyalizm" türeten jeo-politikçi analistleri şaşırttı.

Oysa Lula, Avrupa'nın "çevre" ülkelerinde moda olduğu üzere, "otoriter" bir "sağcı" figürün karşısına "renkli" bir "demokrat" olarak çıkarılan, burjuvazinin de "geçiş süreci" adına zımnen desteklediği bir isim olmadı hiç.

Lula elbette bir Salvador Allende değildir, ancak Aleksis Çipras hiç değildir.

Aslında Lula'nın -Ukrayna krizindeki uzlaşmaz tutumuna ek olarak- Washington'u düş kırıklığına uğratan Çin'deki ifadelerinin taşıdığı izi, ikinci başkanlık serüveninin tüm kritik eşiklerinde görmek mümkündü. Fakat bizim için en önemlisi, Lula'nın izlediği iktisadi-politik çizginin PT'nin öncülüğünü üstlenme iddiasını taşıdığı işçi sınıfı mücadelesinde de bir boşluğu doldurmasıdır ki bu, söz konusu çizginin sadece pragmatik değil, programatik de olduğunu gösterir.

DARBE GİRİŞİMİ

Analizimizi devlet başkanlığı seçimlerinin ikinci turundan başlatalım.

30 Ekim 2022'de tamamlanan ikinci turu zaferle bitirmesinin ardından Lula için ilk kırılma anı, Bolsonaro'nun faşist destekçilerinin silahlı kuvvetleri alenen bir darbe için teşvik etmesi oldu. Üstelik bunu Ulusal Kongre, Devlet Başkanlığı Sarayı ve Federal Yüksek Mahkeme'yi basarak cüretkâr bir gözdağına da dönüştürdüler. Lula, teorik olarak bilineni pratikte tecrübe etti ve kendisini basit bir devir teslimin değil, kıran kırana bir mücadelenin beklediğini fark etti. Bu andan itibaren Lula'nın önceliği, ülke içerisindeki safları sıklaştırmaktı.

İlk olarak Bolsonaro'nun faşist destekçileri ezildi, bin 500 kadarı gözaltına alındı. Ülkenin özel başkent bölgesi dahil tüm bölgelerinin valileri darbe girişimini kınadı, belki de buna mecbur bırakıldı. Senato, Temsilciler Meclisi ve Federal Yüksek Mahkeme'nin başkanları "Demokrasiyi Savunmak" adlı bir bildiri imzaladı. Bunlar, bürokrasinin kontrolünü sağlamak açısından önemli adımlardı. Diğer taraftan, tüm kıtanın en kalabalık kenti olan Sao Paulo ve Rio de Janeiro'da İşçi Partililer güçlü protesto gösterileri düzenledi ki bunlar da sokağın kontrolü için kritikti.

'KARŞI SALDIRI'

Lula'nın sonraki hedefi silahlı kuvvetler oldu.

Önce, özel başkent bölgesinin güvenliği Federal Hükümet'e devredildi. Sonra, bölgenin eski Güvenlik Bakanı Anderson Torres gözaltına alındı. Bununla birlikte, Başkanlık Sarayı'nı korumakla görevli askeri polis ihmalkârlıkla suçlandı. Muhafazakar muhalefet nezdinde güçlü bir itibarı bulunan ve Bolsonaro'nun bizzat atadığı General Julio Cesar de Arruda'nın azledilmesi ise Lula'nın en cesur hamlesi oldu. Bu "karşı saldırı" içlerinde Lula'nın da olduğu bazı isimlere suikast hazırlığı içerisindeki bir suç şebekesinin çökertilmesi ve PT'nin desteklediği Rodrigo Pacheco'nun Senato Başkanı seçilmesinin ertesinde duruldu. Bolsonaro'nun sığındığı ABD'den dönüşü ve aktif politikadan resmen çekilişi bu tarihlere rastlar, ne trajik bir son!

Tüm bu süreç, ülke içerisindeki sınıfsal mücadelenin aksı olarak değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir de. Burada PT'nin Marksist-Leninist bir parti olduğunu, SSCB modeli bir iktisatı savunduğunu ileri sürecek değiliz elbette. Fakat, "Sosyalizmin bir dogma değil, işçi sınıfı ve ezilenler tarafından inşa edilen bir dönüşüm süreci olduğuna inanıyoruz" tezini savunan ve işçi sınıfının "öncü" rolüne sıkça atıfta bulunan programı bize, PT'nin, Katolik "adalet" düşüncesinin "eşitlik" kavgasına sürekli gölge düşürdüğü Latin Amerika solundan gözle görülür farkları olduğunu belirtme imkanı sunar.

KÜRESEL HEGEMON

Bu kronoloji, Lula'nın dış politika çizgisini doğru bir zemine oturtmak içindi. Marksistler için zemin, incelenen öznenin sınıfsal konumudur. Tüm bu anlatım ışığında, PT'nin "işçi sınıfı" ve "küçük-burjuvazi" arasında salındığı, bununla birlikte programatik olarak "işçi sınıfı" eğiliminin biraz daha ağır bastığı tespitinde bulunulabilir.

Kısa ve öz olarak belirtelim. ABD'nin Körfez'deki tarihsel ortağı Suudi Arabistan'ın, Fransa'nın ve hatta 1945'lerden beri Batı blokunun daimi bir parçası olan ülkemizin bile "arayış" içerisine girdiği uluslararası konjonktürde, Latin Amerika'nın en kalabalık nüfusu ve en güçlü ekonomisine sahip Brezilya artık bir "arka bahçe" olmak istemiyor! Bu itirazı da kendi burjuvazisini semirterek değil, işçi sınıfını temel güç olarak bellemiş "radikal" bir programla gerçekleştirme arzusunda. Bu programın başarısı için küresel hegemon ABD burjuvazisinin en dişli rakipleri olan Pekin ve Moskova'nın rolünün farkında. Çin, hâlihazırda ülkenin birinci ticari partneri ve geleceğin süper gücü. Rusya ise bu süper gücün sahip olmadığı hammadde, enerji, savunma endüstrisine ve belki de daha önemlisi güçlü bir "imparatorluk" geçmişi ve düşünsel alışkanlığına sahip. PT'nin programında vurgulanan "dengeli bir ticaret sistemi" ve "uluslararası iş birliğine dayanan çok kutuplu dünya düzeni" hedefinin pratikte karşılık bulması için bu iki devletle "ittifak" ilişkisi adeta bir ön koşul.

Bölgesel iş birliğini artıran girişimler olarak öne çıkan Arjantin'le ortak para birimi üzerinde çalışılması, kıtanın ticaret bloku MERCOSUR'un güçlendirilmesi, Bolsonaro'nun Küba ve Venezüella'nın varlığını gerekçe göstererek çıktığı Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu (CELAC) ve eski Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez'in kurulmasını teşvik ettiği Güney Amerika Uluslar Birliği'ne (UNASUR) dönülmesi bu ön koşulla birlikte ele alınmalı. Tüm bunlar, Latin Amerika solu için de tarihsel bir kazanım üstelik.

SINAMA: UKRAYNA

Bitirirken, Lula'nın karşısına son ciddi "sınama"  olarak çıkarılan "Ukrayna" başlığının da üstünden geçelim. Zira bu, ABD ve İngiltere'nin ana akım basını için hâlâ en önemli gündem maddesi.

Şu sıralar, Avrupa Birliği (AB) Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell'in iğrenç bahçe-orman metaforundaki orman kısmına ait "alt sınıf" ülkeleri gezerek "rule-based world order" dersi vermekten pek hoşlanan -savaş çığırtkanı Yeşiller Partisi'nin başını çektiği- Alman hükümetinden isimlerin Kiev'e mühimmat gönderilmesi talebini "Bu mermilerin Rus ordusuna karşı kullanılmasını istemiyoruz" gibi net bir dille reddeden Lula'nın, cephane stokları tükenen Rus karşıtı cephenin umutlarını daha en başında kırdığını dile getirebiliriz.

Lula'nın iç politikasındaki sarsılmaz tutarlılığını dış politikasında anımsatan tavrı ise ABD'nin liderlik ettiği Demokrasi Zirvesi'nde kaleme alınan ve Kremlin'i tecrit etme amacı güden o içler acısı "kınama" metnini imzalamaması oldu.

Lula, hiçbir zorbanın iktisadi kanunları değiştirme gücü olmadığının farkında. Girişteki alıntısında Karl Marx'ın Joseph Proudhon'a hatırlattığı gibi, "değişim araçları" erk sahibidir çünkü, tersi değil. Yuanın her geçen gün öne çıkışı ve hegemonik merkezin Washington'dan Pekin'e geçişi, işçi sınıfının birincil çıkarı olamaz elbette! Fakat bu tür kaotik süreçler sistem dışı aktörlere hem stratejik ve taktiksel müttefik kazandırır hem de stabil bir küresel düzenle karşılaştırıldığında hareket serbestisi tanır. Bizi ilgilendiren de bu.